KARADENİZ YAZILARI

8 Ekim 2007 Pazartesi

Laz Dili ve Kültürü Üzerine / Lazuri Nena do Lazeburi Kultura Şeni

Türkiye’nin çok dilli ve çok kültürlü bir ülke oluşu ne yazık ki yeni yeni kabul görmektedir. Oysa Türkiye nüfusunun üçte birinden fazlası en az iki dilli, azımsanmayacak bir kısmının da daha çok dilli olduğu tahmin edilmektedir.

Turkiya dido nenoni do kulturoni dovleti na-ren ancaxi ha3’i do ha3’i oxi3’onen. Halbukiz Turkiyaşi lavonişi sumiz arişen dido jur nenoni ren, daha dido nenonepe ti m3ika va-ren ya do işinen.


Anadolu toprakları binlerce yıllık tarihinde sayısız dil ve kültürlere vatan olmuş. Bu kültürlerin bazıları günümüze kadar gelemeden Anadolu'nun tarih birikimine gömülüp kaybolmuştur. Bazıları bilindiği gibi kesintilere uğrasa da yarım yamalak günümüze kadar gelebilmiştir. Günümüzde birçok dilin anadil olarak konuşulduğu ülkemiz, bu dillerin getirdiği tarihi ve kültürel değerlerine de ev sahipliği yapmaktadır. Laz dili ve kültürü de değerli ülkemizin tarihi ve kültürel zenginliklerinin birer parçasıdır.

Anadolişi dixasvak, şilya 3’anapeşi tarixi muşiz doloxe oşi ç’eşt’i nena do kultura oskedinu doren. Ham kulturapeşi kimi ham ndğalepeşe umoxtimu Anadolişi tarixiz doloxe gondunez doren. Kimiti iriz na-uçkin steri gverdi gvardi ham ndğalepeşe komaludoren. Ham ndğaz ardido nenape nana-nena yado na-ip’aramitinen dobadona çkunik, ham nenapeşi tarixi do kulturaşi ti oxor-mancoba ikoms. Lazi nena do kultura ti dobadona çkunişi ar ç’eşit’oba ren.

Kültür, kavram olarak ele alındığında bir toplumun dünya uygarlığında başka toplumlarda bulunmayan niteliklerin tümü olarak algılanabilir. Bu farklı nitelikler tarih boyunca farklı sunumlarıyla şüphesiz dünya uygarlığına da katkı sağlamışlardır. Bu değerler kuşaklar arası emanettir ve emaneti yerine teslim edebilmek her toplumun kültüründe önemli bir gelenektir.

Kultura, nosite xez ezda do gyo3’onaşi ar milletiz na uğun, do k’iyanaz doloxe naren milletepeşi çkariz na-var uğun doxmelepeşi iri xolo ren ya do koxi3’onen. Milletepek çkvanobape mutepeşi tarixiz doloxe artikatiz niçez do moyçez doren. Ham noğirepe motaşen motaşe meçamoni ar imaneti ren, do imaneti ti sva muşişe omalu do meçamu k’at’a milletişi kulturaz becit’oba ren.

Lazların Kafkasya’daki ilkel yaşamlarından günümüz Türkiye’sine kadar binlerce yıllık bir kültür birikimine bakıldığında, el sanatlarından dokumacılığa, edebiyattan mimarlığa, müziğinden folkloruna, inançlarından mutfağına kadar uzanan çok geniş bir kültür yelpazesi ile karşılaşıyoruz.

K’afk’asiyaz Lazepeşi 3’oxlenoraşi skidalaşen ham ndğaneri Turkiya şakiz şilya 3’anapeşi kultraz gyo3’k’edaşi, xeş xenapapeşen otxvaluşe, nç’aralobaşen mimarobaşa, mozik’aşen oxoronuşa, oxvamuşen oç’k’omuşa gonk’ideri ar kultura k’ala ok’obigert.

Bir Laz edebiyatı incelenirken hikaye ve masallar, deyimler ve atasözleri, şiirler, ağıtlar, bilmeceler gibi her alanda zengin sunumlarla karşılaşıyorsunuz. Laz masallarına baktığınızda bütün kültürlerin ortak eğilimleri olan uydurma kahramanlar ve bu uydurmalardan alınacak derslerin yanında özgün anekdotlara da rastlıyorsunuz. Çocuk şarkıları, tekerlemeler ve özellikle çocuk oyunları ve oyuncaklarının özgün olduğu gözlenebiliyor.

Ar Lazeburi nç’araloba gok’itxuyiz meselepe, notkvamepe, leksepe, bgara do svarape, oçkinalepe steri k’at’a ç’eşit’epe k’ala ok’obigert. Lazeburi meselepez bo3’k’edatşi k’at’a kulturape steri tişen gemaleri palik’arepe do anekdotepe maz’irenan. Berobaş birapape, p’aramitepe, sterobape do osteroni dadalepeşi ç’eşit’obape iz’iren.

Yine bütün toplumların örf, adet ve geleneklerinde rastlanan ortak eğilimlere Lazlarda’da rastladığımız gibi Lazların kendine özgü farklı geleneklerinin günümüze kadar geldiğini görebiliyoruz. Alet, edevat, eşya, giyim, yemek, eğlence, çocuk, kadın, evlilik, komşuluk, yardımlaşma gibi gündelik yaşam dinamiğinde özgün geleneksel çizgilerin korunduğunu görmekteyiz.

Xolo k’at’a milletişi adeti do moxtanapez na iz’iren ok’ok’atinupe Lazepez ti na- iz’iren steri, Lazeburi çkvanobapeti ham ndğa şakiz na-moxtu doren iz’iren. Angi mangi, dolokunu, gyari, oxoktinu, bere, oxorca, oçilu, gamatxu, martoba do meşvelu steri undğeruli skidalaşi mesveri do mosveri mutepeşiz ugurez do na-var gondinez doren iz’iren

Kara lahana ve hamsi egemenliğindeki bir Laz mutfağını incelerken çok değişik damak tadının yanı sıra, şaşılacak derecede ekonomik ve lezzetli öğün atlatma mönüleri ile buluşuyorsunuz. Bu pratikliği belki de doğaya göre yaşama ayak uydurabilmeye bağlamak gerekir ama bir de farklı bir şekilde bakarsak, Anadolu mutfağının et üzerindeki zengin damak tadını Lazların hamside yakaladıklarını söyleyebiliriz.

Lu do kapçaşi dokaçeri Lazeburi gyarepez gyo3’k’edatşi, opşa nostoni meçameri gyarepeşi yaniz, korba oğerdinu şeni oşaşoni k’o suverite xeneri do nostoneri gyarepe ti z’iromt. Ham pratik’oba bekita coğrafyaşi skidalaz meyonu ren, ala ar çkva çkvanobaş ke’le mendebo3’k’edat na, Anadoliş mut’vağiz naren xor3işi nostonobape Lazepek ti kapçate o3’irez doren ya do matkvenan.


Laz Dili ve Alfabesi

Lazlar ve Lazca üzerine bilimsel çalışmaların henüz çok yeni olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Son yılları saymazsak bir iki yabancı araştırmacı dışında Lazca hakkında kapsamlı olarak bilinen bir çalışma ne yazık ki yoktur. Son yıllarda yapılan çalışmalar önemli bir aşama olsa da dilbilimcileri yazım dili için henüz yeterli seviyeye varılamadığını söylemektedirler.


Lazepe do Lazuri şeni akademuri oçalişupeşi ancaxi moç’k’ moç’k’a ren ya da ptkvatna m3udi varen. Ar xut-aşi 3’ana var pşinat na, a-jur galeni akademisyenepeşen met’a Lazuri şeni mitik na vu mutu varen. Ar vit 3’ana k’o oraz na ixenupete k’ayi gza eyç’opinu ala nenaçkinalepek nç’araşi nena şeni enç’ina gza var eyç’opinu ya zop’onan.


Lazca, Kafkas dilleri grubunda Güneybatı Kafkas dil ailesi içinde yer almaktadır. Gürcüce, Svanca ve Megrelce Güneybatı Kafkasya dil ailesinin diğer üyeleri olarak tanımlanmaktadır. Bu üç dil içinde Lazca en çok Megrelceye yakındır. Megrelceyi Lazların Gürcistandaki akrabaları Megreller konuşmaktadır. Dilbilimcileri Lazca ve Megrelce için antik Kolheti dili olan Zancanın zaman içinde ayrılıp iki dil haline geldiklerini söyler. Antik Kolheti Kültürünün günümüzdeki mirasçı ve temsilcileri de Lazlar ve Megreller kabul edilmektedir.

Lazuri, K’afk’asuri nenapeşi gurup’p’as cenubiş k’ele ren. Korturi, Svanuri do Megrulu nena ham gurup’p’aşi majurani nenape ren. Ham sum nenaşi doloxe Lazuri nena enni dido Megruli k’ala ok’ungams. Megruli nena Korturaz naren Lazepeşi Cuma Megrelepek ip’aramitaman. Nenaçkinalepek Lazuri do Megruli şeni, antik’i oraşi K’olxeturi nena Zanurişen ok’o3’k’eri nenape ren ya zop’onan. Antik’i K’olxeturi kulturaşi ham ndğaneri ok’olturape Lazepe do Megrelepe ren ya do içkinen.

Lazcanın yakın bir zamana kadar hiç yazılamamış olmasından dolayı standart bir yazım dilinin oluşturulamadığını belirttik. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Laz Alfabesini oluşturma çalışmalarının 1920’li yıllarda başladığı görülmektedir. 1929 yılında eski Sovyetler Birliği Sohomi’de yayınlanan “Mç’ita Murun3xi (Kırmızı Yıldız)” adlı dergide ilk defa Latin harflerine dayalı bir Laz Alfabesi kullanıldığı bilinmektedir. Derginin sorumlusu olarak İskender 3’it’aşi adı geçmektedir.

Lazuri ham orape şakiz çkar na-var iç’aru şeni, standardi ar Lazuri nç’ara var moyi3’opxinu. Ham ndğalepe şakiz na-ixenu oçxink’upek Lazuri Albonişi geç’k’apa 1920’pez na-ivu doren o3’irams. 1929 3’anaz SSCB Soxumiz na gamaxtu “Mç’ita Murun3xi” coxoni svaruliz ipti Latinuri boncapeşen xeneri ar Lazeburi Alboni na-ixmarinu komiçkinan.

1935 yılında eski Sovyetler Birliği Sohumi’de ilkokula başlayan çocuklar için ALBONİ adında Lazca alfabe kitabı yayınlanır. Bu yayında yine İskender 3’it’aşi imzası vardır. (34 harfli bu Laz alfabesinin 1994 yılında Türkiye’de tıpkıbasımı yapılmıştır) ALBONİ’de İskender 3’it’aşi’den Lazların büyük şairi ve bilim insanı olarak söz edilmektedir. Kitabın arka kapağındaki notta İskender 3’it’aşi’nin 1938 yılında Stalin’in direktifiyle katledildiği söylenmektedir.

Daha sonra Türkiye’deki çalışmalarla geliştirilen alfabeleri izlemekteyiz. Türkiye’de Lazca üzerine geniş araştırmalarıyla bilinen Fransız dilbilimci Georges Dumézil’in 36 harfli transkripsiyonu (çevriyazı) vardır. Dumézil geniş araştırmalarını bu 36 harflik çevriyazıyla yayınlamıştır. 1937 yılında yayınladığı “Contes Lazes” isimli yayınında İstanbul’da tanıdığı Arhavi’li Niyazi Ban isimli şahısla çalıştığından söz etmektedir. 1967 yılında yayınlanan “Documents Anatoliens” adlı çalışmasını yine Arhavi Şenköy’lü bir gençle yaptığını söylemektedir.

Çkva hemu şkule Turkiyaz na ixenu oçalişupete mo3’opxeri albonipe mulun. Turkiyaz Lazuri nena şeni navu gok’itxupe do oçalişupete na-içkinu Fransuri akademisyeni Georges Dumézilişi 36 bonconi transkripsiyoni ren. Dumézilik navu oçxink’alepe 36 bonconi transkripsiyonite gamiğu. 1937 3’anaz na-gamiğu “Contes Lazes” coxoni svara, Mp’oliz t’uşa na içinu Arkaburi Niyazi Bani k’ala na-vu zop’ons. 1967 3’anaz na-gamaxtu “Ducumantes Anatolia” coxoni svarati Arkaburi K’ut’unitari ar morderi bere k’ala na-vur zop’ons.

1984 yılında Arhavi’li bir edebiyat öğretmeni olan Fahri Kahraman ve Alman dilbilimci Wolfgang Feuerstein, Dumézil’in transkripsiyon sistemini geliştirerek Latin harflerine dayalı 35 harfli bir Laz Alfabesi hazırlamışlardır. Lazoğlu alfabesi olarak bilinen bu alfabe aslında Lazoğlu / Feuerstein ortak çalışmasıdır ve Türkiye’de ilk defa 1993 kasım ayında yayınlanan Lazların Türkiye’deki ilk yayın organı OGNİ dergisinde kullanılmıştır. Türkiye’deki Lazların ve Laz yazar çizerlerin büyük oranda benimsediği bu alfabe 1993 yılından bu yana kullanılmaktadır.

1984 3’anaz Arkaburi ar nç’aralobaşi muellimi na-t’u Fexri Mtanebiva do Alamani nenaçkinale Wolfgang Feuersteinik, Dumézilişi transkripsiyoni mo3’opxez do Latinuri boncapeşi 35 bonconi ar alboni do-xazires. Lazoğlişi Alboni yado na-içkinen ham albonişi asti Lazoğli do Feuerteinişi xeneri ren do Turkiyaz ipti 1993 3’anaşi stveliş tutaz na-gamaxtu Lazepeşi ipti nena Ogniz ixmarinu. Turkiyaz naren Lazepek do Lazepeşi mamç’are do mak’itxalepek 1993 3’anaşen doni ham alboni ixmarnan.

Son olarak 1970 yılından beri Türkiye’de konuşulan diller üzerine araştırmalar yapıp çalışan Japon dilbilimci, Turkolog ve Lazolog Gôichi Kojima Lazca diyalektlerde bulunan fonemlere göre 38 harfli bir alfabe ile bu işi önemli ölçüde noktalamıştır. Önemli ölçüde diyorum. Çünkü bazı Laz yazar çizerler kendi alfabemizi kendimiz yapalım yanılgısına düşerek dilbilimine uygun olmayan anlamsız alfabeler üretmişlerdir.

Soğunişi ti, 1970 3’anaşen doni Turkiyaz na ip’aramitinen nenape şeni oçxink’upe vu do na-içalişu Japoni nenaçkinale, k’omp’ozitori Turkoloği do Lazoloği Gôichi Kojimak Lazuri diyalektepez na-ren fonemepeşi 38 bonconi ar albonite ham dulya noçodinu.

Gôichi Kojima Lazca diyaletlerdeki fonemlere göre 38 harfli bir Laz Alfabesi geliştirmiştir. 35 foneme göre tek, üç foneme göre de birleşik iki harfli olarak geliştirilen alfabe aşağıda verilmiştir.

Gôichi Kojimak Lazuri diyalektepez na-ren fonemepeşen 38 bonconi ar alboni mo3’opxu. 35 fonemi şeni tito, sum fonemi şeni ti ok’om3xveri jur bonconi na-mo3’opxu alboni 3’alendo meyonaz ren.

A a, B b, C c, Ç ç, Ç’ ç’, D d, E e, F f, G g, Gy gy, Ğ ğ, H h, İ i, J j, K k, Ky ky, K’ k’, K’y k’y, L l, M m, N n, O o, P p, P’ p’, R r, S s, Ş ş, T t, T’ t’, U u, V v, X x, X’ x’, Y y, Z z, Z* z*, 3, 3’

Alfabede bulunan 38 harfin 33'ü konson (ünsüz), beşi vuayel (ünlü) harflerdir. Lazcada bulunan Ç', Gy, Ky, K', K’y, P', T', X, X', Z*, 3 ve 3' fonemleri Türkçede bulunmamaktadır. Buna karşılık Türkçe'de bulunan I, Ö ve Ü fonemleri Lazcada bulunmamaktadır. Lazcada bulunan X' x' konsonu (ünsüzü) sadece Hopa ve Çxala diyalektlerinde kullanılmaktadır.

Alboniz naren 38 boncaşi 33’i k’onsoni (uneneli), xuti vuayeli (nenoni) boncape ren. Lazuriz na-ren ç’, gy, ky, k’, k’y, p’, t’, x, z’, 3 do 3’ fonemepe Turkuliz varen. Turkuliz ti na-ren I, Ö, do Ü fonemepe Lazuriz varen. Lazuriz na-ren X’ fonemi Xopa do Çxalaşi diyalektepez ixmarinen.


Demografi

Ülkemizin her yerinde Lazca konuşana rastlansa da böyle bir genelleme yapılamaz. Lazca’nın konuşulduğu yer Lazların toplu olarak yaşadıkları yerlerdir. Lazca birçok dilde olduğu gibi farklı diyalektlere sahiptir. Coğrafi olarak çok geniş olmayan bölgede ilçeler arasındaki diyalektlerde bazen anlaşılması sorun olacak kadar ciddi farklılıklar vardır. Rize’nin doğusuna doğru Çayeli’nden sonraki Rize’ye bağlı dört ilçe Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin, Fındıklı; ve Artvin’e bağlı Arhavi, Hopa, ve Borçka’da Lazca konuşulmaktadır. Bu ilçelerin Lazca konuşma oranlarına göz atarsak; Rize ilinde Pazar, Ardeşen ve Fındıklının büyük bölümü, Çamlıhemşin’in yarısı; Artvin ilinde Arhavi’nin tümü, Hopa’nın yarısı ile Borçka’nın küçük bölümünün Lazca konuştuğunu söyleyebiliriz. Bunların dışında 93 harbi diye tabir edilen 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı zamanında bölgeden göçüp Marmara bölgesinin değişik yerlerinde (Karamürsel, Yalova, Gölcük, Hendek, Akçakoca, Akyazı, Sapanca) 130 yıldır yaşayıp, geleneklerini ve kültürlerini korumuş, günümüzde dillerini konuşan Lazlar vardır. Ayrıca ekonomik, eğitim, sağlık ve çeşitli sosyal etkenlere bağlı iç göç nedeniyle büyük şehirlere yerleşmiş Lazların sayısı da az değildir. Bütün bunların toplamına baktığımızda yaklaşık olarak 250-300 bin civarında bir Laz nüfusu tahmin edilmektedir.


Dobadona çkunişi k’at’a svaz Lazuri na ip’aramitams mitiz komoyxvadinaz-na ti, haşşo ar iroba var itkven do var ixenen. Lazuri na-ip’aramitinen svape, Lazepeşi iri arte na-skidunan svape ren. Lazuriz ti dido nenape steri ç’eşit’i diyalektepe uğun. Coğirafiyaz ç’uç’ut’a ar svaz na- ip’aramitinen ham p’aramitiz k’ezaşen k’ezaşe na-var oxi3’onasen k’o çkvanobape uğun. Rizenişen yulvaş k’ele Çayeli şkule şkit k’eza Atina, Art’aşeni, Vica, Vi3’e, Arkabi, Xopa do Boçxaz Lazuri ip’aramitinen. Ham k’ezapez Lazuri na-ip’aramitams lavoniz gebo3’k’edat na; Arkaburi irik xolo, Atina, Art’aşeni do Vi3’eş lavonişi didok, Vica do Xopaş lavonişi gverdik, Borçxaşi lavonişi ti m3ikak Lazeburi ip’aramitams. Hamuşen çkva ti 93 xarbi ya do na-itkvinen, 1877-1878 Osmanli do Rusişi ok’ok’edinuş oraz sava mutepeşiz moyselez do Marmara Svaşi ktura ktura svalepez (K’aramurseli, Yalova, Xendek’i, Akçek’oca, Akkyazi, Sapanca) 130 3’anaren na-skidun do kultura do moxtana mutepeşi na-var gondinez, nena mutepeşi ham ndğaz ti na-ip’aramitaman Lazepe ti renan. Arti ekonomik’a, ok’itxa, skidala do ç’eşit’i ok’obğeri sebebepete sava mutepeşiz na-moyselez do didi noğapeşe na-idez do na-skidunan Lazepeşi lavoniti m3ika varen. Mtelli hamtepe ok’obonç’at na, Turkiyaz ancaxi 250-300 şilya Lazi lavoni koren ya do işinen.

Not: Lazca yazılarda Arhavi diyalekti kullanılmıştır.


----------0----------

GERİ KALMIŞLIK SÜRECİNDE KARADENİZ



Bölgeler arası kalkınmışlık sıralamasında, Karadeniz'in, Doğu ve Güneydoğu'dan sonra en geri kalmış bölge olması, makul ve kabul edilebilir bir şey değildir. Marmara, Eğe, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinin Karadeniz'den daha yüksek bir kişisel milli gelire sahip olmaları, Karadenizliler olarak, bölgemizin kalkınmışlık sorununu önümüze koyup tartışmamızı gerektirmektedir.

Karadeniz gibi; başbakanlar çıkararak ülke yönetimine ağırlığını koyan, insan unsuru bakımından etkili ve itibarlı, yetişmiş insan gücü potansiyeli bakımından yetkin, girişimci ve başarılı bir bölgenin, böylesine geri kalmış olması üzücü ve düşündürücüdür. Geri kalışımızın sebeplerini ortaya koymak, mümkünse bunları ortadan kaldırmak, değilse, gelişmek ve gelir düzeyimizi yükseltmek için başka neler yapılması gerektiğini tespit ederek, bir strateji çerçevesinde ilerlemek gerekmektedir.

Geri kalışımızın sebeplerini tespit etmek ve bunları aşmak ilerlemenin ilk adımı olabilir. Genel olarak ifade etmek gerekirse; (1) Karadeniz'de sanayiin gelişmemesi, (2) arazinin yetersiz olması nedeniyle tarım ve hayvancılığın yüksek gelir sağlamaması, (3) balıkçılığın çok az bir nüfusa hitap etmesi ve yetersiz gelir sağlaması, (4) Doğu Karadeniz'de dış ticaret için uygun olan Sarp sınır kapısının uzun süre kapalı kalması, (5) nüfusunun göç nedeniyle azalması ve önemli bir tüketim merkezine yakın olmaması gibi sebepler, Karadeniz Bölgesi'nin gelir düzeyinin düşük kalmasına yol açmıştır.

Bölgenin kalkınması için önerilen yollar arasında ise kivi üretimi, arıcılık, balıkçılık ve turizm başta gelmektedir. Bu sayılanlar içinde arıcılık ve balıkçılıkta epeyce mesafe alınmış, kivi üretimi de önemli bir ek gelir sağlamaya başlamıştır. Turizm ise, öngörülen potansiyelin çok altında ve paket turlarla sınırlı bir faaliyet gibi görünmektedir.

Şimdiki anlayışıyla yılda sadece 3-4 ay gelir getirebilen doğa turizmi, Doğu Karadeniz'in en önemli potansiyel gelir kaynakları arasında sayılmaktadır. Ancak, faaliyet döneminin kısa olması, altyapı ve tanıtım eksikliği gibi etkenler, bu sektörün de kısa vadede sınırlı bir katkı sağlayabileceğini göstermektedir.

1996 yılında DPT tarafından yapılan kalkınmışlık tespitlerinde Doğu Karadeniz'in geri kalmışlığı açıkça ortaya çıkınca, GAP benzeri bir proje ile yörenin kalkındırılması düşünülmüş ve Japon uzmanlara Doğu Karadeniz Bölgesel Kalkınma Projesi (DOKAP) hazırlatılmıştır.

Bu proje, bölgesel sorunları ekonomik, sosyal ve çevre olmak üzere üç başlıkta toplamış ve bu sorunların çözümünü bölgesel gelişme hedefleri olarak almıştır. Bu hedeflere ulaşmak için de şu dört temel gelişme stratejisi belirlenmiştir:

-Ulaşım ve iletişim altyapısının güçlendirilmesi,

-Çok amaçlı su kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetimi,

-Toprak mülkiyeti ve kullanımının iyileştirilmesi,

-Mahalli idarelerin güçlendirilmesi.

DOKAP ana plânında, farklı sektörlerle ilgili 53 proje ve program yer almakta ve plânın üç etapta hayata geçirilmesi öngörülmektedir. Bunlar:

-1.etap: ekonomide yeniden yapılanma için hazırlık (2001-2005)

-2.etap: ekonomide yeniden yapılanma, ve

-3.etap: sürdürülebilir ekonomik büyümedir.

Şu anda yeniden yapılanma öncesi hazırlık dönemi içinde bulunulduğundan, DOKAP projelerinin uygulaması görülmemekte ve bölge ekonomisine etkisi hissedilmemektedir. Bu proje tam olarak gerçekleştiğinde bile, Doğu Karadeniz ekonomisi ancak altyapı bakımından yetkin duruma gelmiş olacak, ekonomik kalkınmanın sağlanması ise özel sektörün faaliyetlerine bağlı olacaktır.

Özel sektörün yatırım yapabileceği en önemli alan hiç şüphesiz turizmdir. Turizm Bakanlığı tarafından sağlanan kredi desteği de hesaba katılarak, kısa turizm sezonunu uzatacak kış turizmi imkânları ile derelerde balık avlama turizmi, rafting, trekking gibi fantastik turizm desteği sayesinde turizm yatırımlarından yeterli kâr elde edilebilir.

Türkiye Kalkınma Bankası tarafından 1996'da yapılan Rize'de uygun yatırım alanları araştırmasında şu yatırım önerilerine yer verilmiştir:

A Grubu: Yatırım maliyeti düşük, finansmanı kolay ve pazarı olan yatırımlar: Su ürünleri, arıcılık, kivi, et ve süt besiciliği, balık ağı, kompost gübre, parke üretimi.

B Grubu: Yatırım ve finansmanı bölgesel imkânlarla sağlanabilen ama pazarlama, kapasite ve işgücü bakımında daha ayrıntılı çalışma gerektiren yatırımlar: Makarna, bisküvi, çorap, hazır giyim, maden suyu, kibrit, konaklama tesisi, okul.

C Grubu: Yatırım tutarları yörenin mevcut kapasitesini aşan, altyapı ve ekonomik oluşum ve gelişmelere bağlı yatırımlar: Yolcu ve yük gemisi, hidroelektrik santrali, mermer blok ve levha, hastane.

Nebil Deveci tarafından yapılan bu araştırmada, 1996'daki yaklaşık yatırım tutarları ile bu yatırımlardan sağlanacak yaklaşık istihdam imkânları da tespit edilmiştir.

İstihdam sağlama bakımından en uygun sektörün turizm olduğu bilinmektedir. Sanayi ve hizmetler sektörünün diğer alanlarından çok daha fazla istihdam sağlayabilen bu sektörle ilgili mevcut doğal potansiyelin çok azı kullanılabilmektedir.

Karadeniz'in maküs talihini yenebilmek için, yatırım ve istihdam alanlarının hepsinden verimli ve kârlı bir biçimde istifade etmek gerekmektedir. Bir taraftan temel tarımsal ve ekonomik sektör olan çay sektörünü verimli çalışır duruma getirirken, diğer taraftan kivi, mandalina, siyah üzüm gibi tarımsal faaliyetlerin ek gelir sağlayacak hale getirilmesi gerekir.

Tarımsal faaliyetlerin yanında, bölge ekonomisine katkı sağlayacak; turizm, sanayi ve ticaret seçenekleri en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Bölge ekonomisi, birbirine alternatif olarak gösterilen faaliyetlerin biri veya bir kaçı ile değil, hepsinin verimli biçimde yerine getirilmesi ile ancak refaha ulaşabilir.

----------0----------

Çatışma Kültürü

Hrant Dink'in katillerini öven şarkıyı beğenerek okuduğunu ve hiçbir cümlesinden de rahatsızlık duymadığını söylüyor İsmail Türüt. Ozan Arif ise şarkıya duyulan tepkilere tepkisini tehdidvari konuşmalarla sürdürüyor, hatta "O yazarı (Ali Bayramoğlu'nu kastederek) mercek altına almak gerek" diyor Yeniçağ televizyonunda katıldığı programda.





GÜLSEN İŞERİ

Geçtiğimiz hafta başlayan, sözlerini Ozan Arifin yaptığı ve İsmail Türüt'ün seslendirdiği 'Plan Yapmayın Plan' adlı şarkıya, internet ortamında Hrant Dink cinayetine atıfta bulunarak çekilen klip tartışması -erişim engellenmiş olsa bile- hâlâ devam ediyor.

Hrant Dink'in katillerini öven şarkıyı beğenerek okuduğunu ve hiçbir cümlesinden de rahatsızlık duymadığını söylüyor İsmail Türüt. Ozan Arif ise şarkıya duyulan tepkilere tepkisini tehdidvari konuşmalarla sürdürüyor, hatta "O yazarı (Ali Bayramoğlu'nu kastederek) mercek altına almak gerek" diyor Yeniçağ televizyonunda katıldığı programda.

Tüm bu tartışmalar yaşanırken, biz de asıl Karadenizli sanatçılara sorduk İsmail Türüt'ün söylediği şarkının arkasında yatan nedenleri ve tabii ki Karadeniz'in bir başka yüzünü...



MİRCAN KAYA

Karadenizli olarak, İsmail Türüt'ten utanç duyuyoruz

Batum göçmeni Megrel bir ailenin kızı olarak Karadeniz'in bir dağ köyünde başlamış Mircan Kaya'nın yaşamı. Geleneksel türküler söyleyen Kaya, doğduğu o dağ köyünden barış türküleri söylüyor Karadeniz kokan... Bir Karadenizli olarak rahatsızlığını dile getiriyor...

»İlk olarak İsmail Türüt ne kadar Karadenizli diye sorsam?

Desem ki kendisini bir kez bile dinlemedim, inanır mısınız? O kadar uzak bir kişilik bana. Ne müziğini bilirim, ne kendisi hakkında kafa yormuşluğum vardır. Ancak misafir olduğum evlerde (çünkü kendim çok az televizyon izlerim) zap yapan ev sahiplerinin televizyonlarında adının İsmail Türüt olduğunu bildiğim bir adam görmüşümdür zaman zaman. Zaman zaman, Doğu Karadeniz'e yaptığım gezilerde, katıldığım meclislerde, insanların kendisinden utançla söz ettiğini duymuşumdur: Utanıyoruz. Böyle bir adamın bizi temsilen televizyonlarda boy göstermesinden utanıyoruz.

İsmail Türüt, kendi kimlikleri, geçmişleri hakkında en küçük bir bilgi kırıntısına sahip olmayan, bellek kaybına uğramış, aşırı milliyetçi tavır ve söylemleriyle şiddeti destekleyen ve asıl bölücülüğü kamçılayan, insanlıktan nasibini almamış ve dünyanın her yerinde bulunan ve bulundukları için ve soyları tükenmediği için savaşlara yol açan, güç ve iktidar hırsından gözleri dönmüş canavarları temsil ediyor diyeceğim ama öyle de değil. O, aslında bu sözleri bir araya getirebilecek biri değil. Alet ediyor kendini. Ruhunu bu canavarlara teslim etmekle kestirme yoldan sağlayacağı çıkarlar onu sarhoş etmiş.

»Bu kültürsüzlük nasıl yayıldı peki? Bir arada yaşamaya tahammül edemeyen güçlerin varlığı mı bu noktaya getirdi?

Karadeniz'in sorunu türküler veya türküyle siyasallaşma değil. Her şeyden önce, çok ciddi bir kültürsüzlük sorunu var. Lazlar, Megreller, bu bölgede yaşamıyorlar mı ezelden beri? Fıkralara konu olan şu ünlü Karadeniz aksanı nereden gelir? Hangi başka alfabeler ve diller zorlar bu insanların Türkçesini? Bir Ermeni ile bir Laz'ın ne farkı vardır? Bir Gürcü ile Bir Kürt'ün? Etnik çeşitlilik kültürel zenginlik olarak algılanmalı ve saygıyla kabul görmelidir. Bizim koruyamadığımız etnik diller veya kültürel miras UNESCO gibi kuruluşlar vasıtası ile koruma altına alınıyor

»Alenen ortada duran bir gerçek var. Bir şarkı ve şarkıda bir cinayete övgüler taşıyan sözler ve klip... Nereye gidiyor insanlık?

Sanıyorum burada iki şeyi birbirinden ayırmak gerek. Birincisi, böyle bir şiirin yazılıp, sanat dalları arasında en ulvi ve doğrudan insana ulaşabilen en etkili olanı müziğin alet edilerek insanların suça, suçluyu haklı göstermeye teşvik edilmesidir. Kasıtlı ve etik olmayan budur bence. İkinci konu, yani, internette bu parça ile ilgili küplerin yayınlanmasına gelince, bu ayrı bir konu. Gerekli gereksiz pek çok bilgiye ulaşılabilen internetin aslında kitleleri kolayca etkileyip yönlendirebilen televizyona karşı en etkili silah ve alternatif olduğunu düşünüyorum. Örneğin, internet üzerinden bahsi geçen parçayı dinlemek veya klibini izlemek için bunu bilinçli olarak seçmeniz gerekir. Aynı şekilde, bu olay karşıtı pek çok yazıya ve protestoya da internetten erişebilirsiniz.

İnsanlığın nereye doğru gittiği konusunda diyebilirim ki hiç bir yere gitmiyor. Ezelden beri böyleydi. Nietzsche'nin sözleriyle, evrensel kültürün çöküşüyle insan iğrençleşip en sonunda maymunlaşma derecesinde vahşileşebilir.

Kişi aklının elverdiğince, ne yaparsa yapsın kendince iyi olanı yapar. Bu durumda, cehalete karşı mücadele verirken acımasızlık tuzağına düşmemek gerek. Karadeniz'in başka bir yüzü bana kalırsa hâlâ dokunulmamış dağlarında ve köylerinde saklıdır. Kentsel alanları beton yığınları altında ezilmiş, bölgede her şeyin üstünde egemen güç olan doğayla aşık atarcasına giderek çirkinleşen karanlık gölgelere dönüşmektedirler. Bu alanlar kültürel açıdan tam bir yozlaşma yaşayan bölgenin durumunu yansıtmaktadırlar.

Samast deyince aklımıza Karadeniz değil benzer zihniyeti taşıyan tüm oluşumlar gelmelidir. Ne Türüt, ne de Samast, Karadeniz'in genelini temsil edemezler.

Kişisel duyarlılığım ve yargım yanılmaz değildir hatta yanlış, kaba saba bile olabilir. İnsanlık dışı, akıl almayan pek çok olay yaptıranlarla onları uygulayanların aynı olmadıkları düşüncesiyle hafifletilir.

»Bu, suçu işleyeni yargılamamayı mı gerektirir?

Kişisel duyarlılığım, başkalarının acı çektiğini anlayabilmeli, başkalarının penceresinden bakabilmeli ve acımasızlık tuzağına düşmemeliyiz, diyor. Merhametsiz bir dünya çekilmez çünkü. Müziği, batıda pek çok müzisyenin yaptığı gibi barış, kardeşlik, yoksulluğa, açlığa ve haksızlıklara son vermek gibi yüksek amaçlar için kullanmalıyız.



İBRAHİM KARACA (ŞAİR)

Bu türkücüler hangi 'plan' için nefes tüketiyor?

Karadenizli muhalif bir şair İbrahim Karaca. Onu daha çok Grup Yorum için yazdığı şiirleriyle biliriz.1960 yılında Rize'nin bir köyünde doğan Karaca, halk kültürü araştırmalarıyla da dikkat çeken bir isim. Kendisine bu tartışmayı sorduğumuzda "Gözlerinin önüne çekilen vatan-millet desenli jön onları mehter marşlı uzun bir ortaçağ yolculuğuna davet ediyor" diyor ve devam ediyor... 'Plan Yapmayın Plan' adlı şarkının her bir cümlesine yanıt vererek yanıtlıyor soruları...

"Plan yapmayın plan gitmez Karadeniz'de / Kahpelik yalan dolan tutmaz Karadeniz'de"

Evet, şarkı kılığında kusulan bu sözler aslında bir plan yapıyor kendi içinde. Kahpeliklerin Karadeniz'de tutmayacağını söylese ne gezer, kusanlar zaten böyle bir paranoid-şizofren ruh hali içindeler. Bir yanda onlar var, bir yanda 'kahpeler'. Bölücülükten söz edeceksek bu ülkede bölücülüğü de en başta bu gibi yönlendirmelerden vazife çıkaran "kahramanlar" yapacaktır. Utanmadan, arlanmadan, açıktan saldırarak, insana ait ne varsa kırıp dökerek. Bu ruh hali onları öyle bir noktaya getirmiştir ki, açlığa karşı yürüyüşe geçen işsizlerin de plan yapan katli vacip vatan hainleri olmaları kaçınılmazdır. Öyle bir ruh hali içindedirler ki, beyinlerine yüklenen data ne ise onu dışa vuruyorlar... işin kötüsü, bunun farkında değiller. Gözlerinin önüne çekilen vatan-millet desenli fon onları mehter marşlı uzun bir ortaçağ yolculuğuna davet ediyor.

"Ne Conisi ne Rusu pusu kurmasın pusu / Bölücülük borusu ötmez Karadeniz'de"

Karadeniz'de ne olmuş da bu laflar söyleniyor? "Biz Trabzon'u bu hale getirmek için tam oniki yıl uğraştık" diyen hatırlı kişilerin daha fazla konuşmalarını isteyelim. Hangi hale getirmek için uğraşmışlar? Karadeniz işgal altındaydı da bir kurtuluş savaşı mı vermişler? İşgal altında yaşayan ülkelerde ortaya çıkan işbirlikçilerin hep kuru-sıkı sallayan milliyetçilerden olmaları rastlantı mıdır? Güce tapan, güçlünün yanında olmaktan hoşlanan, onun kanatları altında sağa sola saldıranların düşlediği bir hayat hayat mıdır? Bölücülük borusu denilen boru 'şarkı' kılıklı bu zırıldanma olmasın sakın.

"Bırakın çan çalmayı Ermenici olmayı/ Millet böyle dolmayı yutmaz Karadeniz'de / Ogün öyle desinler bugün böyle desinler / Fatihalar Yasinler bitmez Karadeniz'de" Bizim Kürt arkadaşlarımız var, Kürtçü değiller. Ermeni arkadaşlarımız var, Ermenici değiller. Türk arkadaşlarımız var, Türkçü değiller. Biz, insan yanımız kanamaya başladığında yerine göre Kürt, Ermeni, Türk veya Çerkez hissederiz kendimizi. Hitler'in toplama kampında ne kadar Yahudiysek, Filistin’de siyonizmin taşla kırdığı kolun sahibi Arap olmuşuz, İstanbul'da kahpe kurşunlarla arkadan kurşunlanan Hrant olmuşuz, çok mu? Kime ne? Kime ne anlatalım, anlayabilir misiniz? Beyninize yüklenen yazılımda buna yer var mı?

"Şerefini şanını, ortaya koy canını / Hiç kimse vatanını satmaz Karadeniz'de"

Bunu söyleyenlere bakın! Vatan nedir, şeref nedir, güzel bir ülke için canını ortaya koymak nedir? Siz bunu bilir misiniz? Vatan denilen şey mal varlığı değil güzel kardeşler.

"Vatan satsa bir kişi anında biter işi / Türk ve İslam güneşi batmaz Karadeniz'de / Bizde varken bu duruş emiceniz olsa Bush / Alayınız beş kuruş etmez Karadeniz'de / Anladık var gocunuz belli kuyruk acınız / Kargaşaya gücünüz yetmez Karadeniz'de" Zavallı bir ihtiyar rahibin vurulmasına alkış tutmak; kitapevlerini basıp insanları ekmek bıçağıyla paramparça edenlere gülümsemek; bu ülkenin aydınlarını, yazarlarını ve düşünürlerini 'beş kuruş etmeyen planlar' yaptıkları gerekçesiyle katledenleri bağrına basmak hangi 'kuyruk acısından' kaynaklanıyor peki? Bu kargaşayı yaratanlar kimler? Kimler kahraman, kimler vatansever, kimler zavallı tetikçi? Bu milliyetçi-vatansever 'türkücü' ülküdaşların derdi ne? Hangi borunun üfleyicileri bunlar? Sürmekte olan bir davanın neresinde olduklarını bile bilmeyen, anlayamayan daha dünkü ürkek çocukları hangi cüretle kahraman ilan ediyorlar? Bu türkücüler hangi 'plan' için nefes tüketiyorlar?

»İsmail Türüt Karadeniz'in neyini temsil ediyor?

İsmail Türüt, nüfus kağıdında yazıldığı kadarıyla Karadenizli. Karadeniz'in lümpen ve sulu (esprili değil) yani cıvık yanını resmediyor- Temsil etmiyor. Bu ülkede hayata soldan bakanlara ve 'öteki' olarak kayıt altına alınanlara atıp tutmak nasılsa tehlikesizdir. Size kimse neden öyle davrandığınızın hesabını sormaz. Sorsa da sadece sormuş olmak için sorar, kulağınızı bükmez, canınızı acıtmaz. İsmail Türüt, işte bu canı acıtılmayan mutlu insanlardan biridir. "Karadeniz'in evladı" olan bu güzide türkücümüzden, Karadeniz'in canını acıtan hiçbir önemli konuda tek söz bile duyamazsınız. Sahil yolu yapılmış, kıyılar yok olmuş; derelere baraj adlı kelepçeler takılmak istenmiş, dereler satılmış, vadiler tehdit altındaymış... Ne gam? Duyamazsınız. Bunları es geçip vatan millet adına kuru sıkı sallamak daha tehlikesiz. Hem tehlikesiz, hem puan getirici. Çünkü bunlara ait iki çift söz söylemek bürokrasinin bir kısmını karşınıza almayı gerektirir. Riskli. Ayrıcalıklı durumunuz zayıflayabilir, mal varlığınızdaki duraklamalar canınızı acıtabilir. Yanınızda milliyetçi-mukaddesatçı ülküdaşlarınızın azaldığını görürsünüz, kahrolursunuz. Türüt bunlara katlanamaz, dayanamaz. Karadeniz'i görmezden gelerek günübirlik lagara lugara ile ne kadar Karadenizli olunabilirse, Türüt de o kadar Karadenizlidir.

Karadeniz için kafa yormak ayrı, Rize şivesini öteye beriye büküp kılıktan kılığa sokarak türkü söylemeyi Karadenizlilik sanmak ayrı bir şeydir. Birinin götürüşü vardır, ötekinin ballı kaymaklı getirişi. Türüt'ün yaptığı milliyetçilik de aslında bilinçten kaynaklanan bir milliyetçilik değil. O bunun anlamını bile bilmiyordur belki. Baştan aşağı dolduruş. Binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete.

»Karadeniz türküyle siyasallaşmanın en yaygın olduğu yer... Bu kötüye mi kullanılıyor? Emik çeşitliliğin parçalanması için zemin mi hazırlanıyor?

Değil. İstenen belki budur, ama bunu başarmak da akıl işi sonuçta. Hani bizim bu türkücü kafadarlar söylemiş ya "Bölücülük borusu ötmez Karadeniz'de" diye... Aynen öyle. Herkesi bölücü sayan böyle milliyetçi-ırkçı bölücülükler bunu başaramaz. Etnik çeşitliliğin parçalanması arazi parçalamaya benzemez. Halkın gönlüne nasıl format atacaklar ki?

»Bu tahammülsüzlük insanlığı nereye götürüyor?

İnsanlık üç tane şarlatanın peşinde bir uçuruma gitmez. Bir avuç katile yapılan övgüler de bir avuç insan tarafından yapılıyor aslında. Toplumsal çürümenin safrasıdır bunlar. Karadenizliler için hiçbir değeri yoktur bu tiplerin. Saldırganlıkları da bundandır. Ama Karadeniz'de hastalıklı muhafazakâr-milliyetçi bir kültür de kol geziyor. Bu yeni bir durum değil. Karadeniz eskiden beri tutucudur. Kendini bağlar. Karadeniz'in tutuculuğu saldırgan değildi. Şimdi bu tutucu yapıyı ırkçı-gerici saldırganlığa taban yapmak istiyorlar. Çünkü bu birikim politize olacaksa o tarafa daha az zahmetle evrilebilir. Zaten bürokratik olarak solun hayal bile edemeyeceği bir hoşgörü ortamını her an yanınızda bulma psikolojisi size ekstra bir moral veriyor. İş kolay yani. Bu ne demektir? Hayatı güzelleştirme kavgası veren güzel insanlara çok iş düşüyor demektir tabii ki.



GÖKHAN BİRBEN

İnsan olma duygusundan yoksunlar

Rize’nin Subaşı köyünde doğan bir Karadenizli. Yaşamının büyük çoğunluğunu köyünde geçirecek kadar Karadeniz tutkunu bir müzisyen. Kazım Koyuncu'nun kadim dostu. Hey Gidi Karadeniz şarkısıyla başlayan müzik yolculuğu devam ediyor... "Bir Karadenizli olarak benim de söyleyeceklerim var" diyor söze başlar başlamaz... Ve özellikle anmak istemiyor İsmail Türüt'ün adını...

Türüt ne kadar Karadenizli ve neyini temsil ediyor bilemem ama bir bölgenin temsili bireylerin söylemleri ile değil de o ülkede yaşayan insanların yaşama bakışıyla değerlendirilir. O yüzden bir bölgenin sözcüsüymüş gibi kendini lanse edip ve o bölge insanının diliymiş gibi konuşmak maalesef görüldüğü gibi Karadeniz insanını olduğundan farklı gösteriyor. Karadeniz insanı şiddetin sözcülüğünü yapanlara değil, barışın sözcülüğünü yapanlara itibar eder.

Bu bölgede yüzyıllardır tamamı neredeyse sevgi ve sevda üzerine türküler yakılmış. İçerisinde şiddeti içeren bir tek cümle bulamazsınız. Ama birilerine barış söylemi batıyor sanırım ki kin ve nefret söylemini ağızlarından düşürmüyorlar. Karadeniz'de farklı etnik kültürleriyle insanlar yüzyıllardır birlikte yaşadı ve hiçbir sorun da olmadı. Şimdi farklı bakışlara karşı, Karadeniz insanı karşı duruş olarak gösterilmeye çalışılıyor.

Oysa Karadeniz insanının bakışı değildir bu, bunu o bölgede yaşayan bir insan olarak iyi biliyorum. Ama şiddet, linç girişimleri, adam öldürmek ve öldüreni övme geleneği oluşturuluyor adeta. Şarkının sözlerine bakınca ilk dikkatimi çeken nokta (bizde varken bu duruş emiceniz olsa Bush) oysa yıllardır Amerikan işgaline karşı duranlara, bu şarkıyı yazanlar Amerika'nın gece bekçiliğini yaptıklarını ne çabuk unuttular.

İnsanların birileri tarafından özellikle Karadeniz'de adeta şiddete yönlendirildiğini bundan önceki söylemlerimde inatla üstüne basa basa söyledim. Son dönemlerde onca insan öldü Karadeniz'de. Bir bedene sıkılan kurşunun haklı bir gerekçesi olamaz, olmamalı da. Bunu yapan da öven de insan olma duygusundan yoksundur. Karadeniz'de bunun başka bir örneği var mı bilmiyorum. Benim bildiğim ölen birinin ardından ağıtlar yakılır onu anmak için türküler yapılır. Birinin ölümü ardından öldüreni öven şarkı yapıldığı ve benim bildiğim tek örnektir bu.

Şiddet ve kan kusan bir toplum olmaya başladık ve kanı gördükçe dişlerini büyütenlerle karşı karşıyayız. Buna karşılık inatla barış ve sevgi söylemini daha yüksek haykırmak ve üretimleri cep için değil halk için yapmaya devam etmek lazım.



BAYAR ŞAHİN

Çatışma kültürü ve söyleminden birileri faydalanıyor

Türkçe, Gürcüce, Lazca, Megrelce ve Hemşince olarak şarkılar seslendiriyor Bayar Şahin. Müziğinde horon tutkusu var. Borçka'nın Macaheli köyünde doğan ve oraların izlerini taşıyan Şahin, "Türüt Karadeniz'in 80 sonrası yaratılan yüzünü temsil ediyor" diyor...

Evet İsmail Türüt Karadenizli. Karadeniz'in 80 sonrası yaratılan yüzünü temsil ediyor. Fakat meseleye böyle bakmak da yeterli değil. Türkü yolu ile siyasallaşma sadece bir coğrafyaya ait değil. Bu 'türkü' olayını anlamak için daha büyük fotoğrafa bakmak lazım. Çok hızlı değişen dünya dengelerine ayak uydurmada zorlandığımız bir gerçek. Küresel ve ülkemizde yaşanan değişimde nitelikli ve eşit bir taraf olamıyoruz. Siyaset, ekonomi, kültür ve sosyal yaşamda geleneksel olarak süregelen yaşam tarzları ve tercihler ile yeni fırsat ve kısıtları doğuran bu değişim ve çatışma sürecinde nitelikli kurumlar oluşturmakta çok zayıf kalıyoruz. Yaşananlara aslı ve dolayısı ile kendine güvenli bir taraf olarak katılamayışımız bireyleri, grupları ve toplumsal kesimleri büyük ölçüde tepkisel bir seviyede davranış geliştirmeye indirgiyor. Burada konuyu sadece Karadeniz ya da ilgili türkü sınırlarında görmemek lazım.

Ülkenin sorunları çoklu ve yaşamın her kademesinde kronikleşen bir hal almakta. Esas olarak bakılması gereken bu iklimin nasıl yaratılmış olduğudur ve bu iklimin gerek bireylere gerekse ülkemize negatif ya da pozitif anlamda olabilecek etkilerini anlamaktır. Gelir dağılımı her geçen gün bozulmakta. Bir taraftan işsizlik yüksek oranlarda iken henüz işgücü piyasasına katılmayı bekleyen yaklaşık 25 milyon genç insana nasıl bir gelecek sağlanacağı gibi temel konuların çözümlenemediği bir durumda herkesten iyi vatandaş olmayı beklemek ne kadar gerçekçi olacaktır. Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika'da yükselen lümpen faşizmi ve Türk düşmanlığı da yine bu 'iklim' yaratma süreçleri ile alakalı olarak görmek lazım.

Ülkemiz hızlı bir şekilde etnik ve inanç farklılığı gibi esasen gerçek yaşamda çok da hayati olmayan konulara boğulmacasına sürüklenmekte. Çatışma kültürü ve söyleminden birilerinin faydalanması da mümkün. Ama gerçek anlamda ülkesini sevenlerin, söylemlerini sağduyu ile bir kez daha akıl süzgecinden geçirmeleri ve nihayetinde ülkede çatışma ve zıtlaşma sağlamayı kendi işleri olarak görenlere alet olmamaları daha uygun olacaktır.



YAŞAR KURT

Bu yapılan şeyi sanattan sayamayız

Aslen Karadenizli. Ama İstanbul'da doğup büyümüş. Muhalif şarkı sözleriyle bildiğimiz Yaşar Kurt, "Karadeniz'in bana taşıdığı değerlerden belki de en önemlisi, yaşam hakkının kutsal dokunulmazlığıdır" diyerek başlıyor söze...

Bir süredir terörün Karadeniz'e taşınması için gösterilen çabaları görüyoruz; linç girişimleri, çocukların eline tutuşturulan silahlar ve eğitim kampları. Bunun halkla, kültürle, inançla bir ilgisi yok. Bu şiddetten ve cehaletten beslenen birtakım karanlık organizasyonların işi.

Karadeniz'in bana taşıdığı değerlerden belki de en önemlisi, yaşam hakkının kutsal dokunulmazlığıdır. Doğa ile iç içe olan hayatımızın bir parçası bu. Yaşlılara gösterilen saygı, dürüstlük, mertlik, merhamet, insan onuruna gösterilen hassasiyet. Ortak değerlerdir bunlar. Türküdeki söylem bu değerlerle uyuşmuyor. Sanatın ve sanatçının bendeki tanımlarında böyle bir kavram yok. Bu yapılan şeyi sanattan saymak haksızlık olur.



FUAT SAKA

Devlet bu cinayetlere izin verdiği sürece bunlar olur

Müziğine 'Lazca-caz' yakıştırması yapılan Fuat Saka, Trabzon'da başladığı müzik yaşamını 20 yıl Avrupa'da sürdürdü. Sonra Türkiye'ye dönerek bir biri ardına albümler çıkardı. Fuat Saka Karadeniz'de kemence seslerine eşlik eden horonlarla büyümüş tipik bir Karadenizli... Ve bir Karadenizli olarak anlattı son yaşanan Türüt tartışmasını....

Rize'ye bağlı bir köyden olduğunu biliyorum. Hangi kesim dinleyiciye hitap ediyor, ona bakmalı. O dinleyici kesiminin büyük bir bölümü onunla aynı şeyleri düşünüyor olmalı ki, böylesine ırkçı bir söyleme, çalışmasında, hiçbir kaygı duymadan yer vermiş. Temsil etmeye çalıştığı kesim (bu parçadan yola çıkılırsa) belli değil mi?

Bu yaklaşımla Karadeniz'de karanlık güçlerin cinayetlerini övmüş olur ve ancak onları temsil edebilir. Umut ederim ki bir basın açıklamasıyla Karadenizlilerin potansiyel katiller olmadıklarını, parçayı da talihsiz bir şekilde seslendirdiğini ifade eder. Karadenizliler Karadenizli olmayan birileri tarafından yazılan sözlerdeki gibi hiç kimsenin jandarmalığına soyunmazlar. Karanlık güçler tarafından örgütlenen fakir gençler hariç...

Devlet bu tip cinayetlere izin verdiği sürece, bu ırkçı söylemlerle ortaya çıkanlar daha çok cesaret alacaklardır. Karadeniz'den (eğer yetiştirilmemişseler) katil çıkmaz. Bilim insanları, ressamlar, şairler, edebiyatçılar, sanatçılar yetiştirmiştir Karadeniz... Hâlâ da yetiştirmektedir.

Hrant Dink'in katillerine bu övgülerin dizilmesi hiç de sürpriz değildir. Cesareti nereden aldıkları bellidir. Biz bu topraklarda dostça, kardeşçe, sevgiyle yaşamak istiyoruz. Düşmanlıkları artık bir kenara bırakmanın zamanı çoktan gelmiştir.



YASİNİ TERSİNDEN OKUMAK
Ayşenur Kolivar (Grup Helesa)
Nilüfer Taşkın (Dalepe Nena)
Hikmet Akçiçek (Vova)
Birol Topaloğlu

İsmail Türüt’ün, Dünya Tatlısı albümünde yer alan Plan Yapmayın Plan isimli parçasına YouTube’da yapılan bir kliple başlayan ve bugün sayıları yirmiyi aşan çeşitlemesiyle iyice dallanıp budaklanan bir gündemle karşı karşıyayız. Medyada kimi zaman birbirine karıştırılarak sunulsa da bu gündem iki ayrı boyutta gelişmektedir. Birincisi YouTube’da yayınlanan ve sayıları artmakta olan klipler, ikincisiyse İsmail Türüt’ün albümünde yer alan parçanın kendisidir.

YouTube, yayınladığı malzeme konusunda hemen hiçbir sorumluluk üstlenmeyen sanal bir alan olduğu için, bir yanda insanların kendilerini özgürce ifade ettiği diğer yandan da kullanıcılarının tamamen sanal kimliklerle var olması nedeniyle gerçekliği şüphe götüren bir zemin sunuyor. Bu nedenle söz konusu klip ya da kliplerin, İsmail Türüt’le doğrudan bir ilişkisi olduğu kendisi tarafından reddedildiği için aksi kanıtlanana dek ayrı bir boyutta değerlendirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. (Ancak bu parçanın söz yazarı olan Ozan Arif, yazdığı sözlerin bu şekilde anlaşılmasından bir sıkıntı duymadığını bir televizyon kanalında açıkça ifade ettiği için farklı bir konumda görünmektedir)
Suçu ve suçluyu övdüğü aklı başında herkes için aşikâr olan bu klipler, özellikle Doğu Karadeniz’deki ortamı yakından bilenler için çok da şaşırtıcı gelmiyor. Bunu söylerken, bu alenen ırkçı yaklaşımın Doğu Karadeniz’de büyük bir çoğunluk tarafından hatta ciddiye alınabilecek büyüklükte bir kesim tarafından dahi benimsendiğini iddia etmiyoruz. Ancak, küçük de olsa, söz konusu klipte yer alan kurguyu tasarlayacak kadar insanlıktan çıkmış bir kesimin var olduğu Doğu Karadeniz’de çoğu kimsenin bizzat tanık olduğu bir olgudur. Kimi zaman mafyavari mahalle çeteleri kimi zaman resmi makamların bilgisi dahilinde paramiliter yapılanmalar olarak faaliyet gösteren bu gruplar, sadece Trabzon’daki saldırı ve cinayetler ya da Hrant Dink suikasti gibi geniş çapta etki uyandıran işler yapmakla kalmayıp, yarattıkları “rutin” şiddet ve suç ortamıyla Doğu Karadeniz’de yaşayanları da yılın üçyüzaltmışbeş günü taciz etmektedir. İşte bu mafyavari grup mensupları tarafından hazırlandığı gayet iyi bilinen bu klipler, mevcut anti-demokratik ceza hukukuna göre dahi alenen suç teşkil ettiği için içeriklerinin ahlaki düşüklüğü konusunda bir yorum yapmayı gereksiz buluyoruz.

Burada önemli olan, Rakel Dink’in gayet veciz bir şekilde “bir bebekten katil yaratmak” olarak ifade ettiği süreç, bir başka deyişle, bu grupların oluşumunun ve varlıklarını sürdürmesinin arka planıdır. Bu arka plan Türkiye’de son yirmi yıldır yaşanan düşük yoğunluklu savaşın Doğu Karadeniz’deki yansımasını da içermesi itibariyle buraya sığdıramayacağımız kadar kapsamlı bir değerlendirme gerektirmektedir. Bu yüzden kendimizi bu arka planın mevcut gündemle ilişkili olduğunu düşündüğümüz boyutuyla sınırlayacağız. Burada asıl mesele YouTube’da yayınlanan klipler değildir, çünkü bu klipler bir nedenden çok bir sonuca işaret etmektedir. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta, İsmail Türüt’ün söz konusu parçası özelinde bu arka planı tartışmaktır.

Medyada sunulduğu şekliyle İsmail Türüt’ün bu olayla ilişkilendirilme biçimi daha çok yayınlanan klip üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz. YouTube gibi her türlü denetimden uzak bir yerde yayınlanan bir klipten bir sanatçının sorumlu tutulması kesinlikle yanlıştır. Sanatçının sorumluluğu icra ettiği parçayla sınırlıdır. Bu parçayla ilgili olarak İsmail Türüt’e genellikle parçada geçen sözlerin Hrant Dink’in katil zanlılarının isimlerine benzerliği soruldu. Bunun da oldukça açık bir şekilde reddedilmesinden sonra geriye İsmail Türüt’ü aklamak ya da niyet okuyuculuğuna girerek “sen aslında böyle diyorsun ama asıl niyetini söylemiyorsun” demekten başka bir olasılık kalmamaktadır. Medyanın bu yaklaşımının doğru ve adil olduğunu düşünmüyoruz. Bu tabloda İsmail Türüt ya haksız bir şekilde aklanacak ya da haksız bir şekilde mağdur edilerek itibar kazanacaktır. Şimdi medyanın bu çokça ilgilendiği kısımları bir kenara bırakıp bu klibin yayınlanmadığını ve isimleri çağrıştıracak sözler olmadığını varsayalım. Sözgelimi ilgili dörtlük (Orda öyle desinler/Burda böyle desinler/Fatihalar İhlaslar/ Bitmez Karadeniz’de) olsaydı bu parça masum mu olacaktı?

Satırların bu şekilde yazıldığını varsayarak sözlerin geneline baktığınızda anlattığı öykü şudur: Karadeniz (özellikle de Doğu Karadeniz) Türklük ve İslamiyet’e yönelik yoğun bir saldırı altındadır. Bölücüler, Ermeniciler, Pontusçular, misyonerler burada yoğun bir faaliyet yürütmektedir. Ayrıca A.B.D. ve Rusya’da Karadeniz’e pusu kurmuş beklemektedir. Bunlar olurken dimdik ayakta duran bir Karadeniz vardır.

Eğer Doğu Karadeniz’e henüz inmiş Marslılar olsaydık, tüm dünyaya meydan okuyan bu külhanbeylerinin anlattığı öyküye belki inanabilirdik. Ancak yörede yetişmiş insanlar için bu öykü pek inandırıcı görünmüyor. Özellikle son on üç yıl içerisinde Doğu Karadeniz’de bölücülük, misyonerlik, Pontusçuluk yapıldığı propagandası hep ayakta tutuldu. İsmail Türüt şimdi bunlara bir de Ermeniciliği eklemiş görünüyor. Oysa Doğu Karadeniz’de bölücülük, misyonerlik, Pontusçuluk ve şimdi de Ermenicilik yapıldığı propagandası neredeyse tamamen hayalidir ve sınanacakları hiç bir gerçeklik olmaksızın istendiği gibi yönlendirilebilmektedir. Bu suçlama ya da zan altında bırakma politikası bölgede yaşayan ve demokrat ya da liberal olduğu düşünülen herkese, sanatçılara, yazarlara, gazetecilere ve akademisyenlere keyfi bir şekilde yöneltilmiştir. Ancak propagandadan nasibini alanlar bunlarla sınırlı kalmamıştır. Doğu Karadeniz’in her yandan, sürekli bir tehdit altında olduğu propagandası yerel medyadan üniversiteye, sivil toplum örgütü toplantılarından, valilik genelgelerine ve milletvekillerinin meclis konuşmalarına kadar her yere yayılmıştır. 2002 yılında bir Trabzon milletvekilinin İçişleri Bakanlığı tarafından yazılı cevaplanması istemiyle T.B.M.M. Başkanlığına sunduğu soru önergesine verilen cevabın 5. Maddesi yorum gerektirmeyecek kadar açıktır:

“5- 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi ile misyonerlik ya da pontusçuluk faaliyetleri arasında herhangi bir neden-sonuç ilişkisi bulunmamaktadır.”
Bu cevap, propaganda makinesinin nasıl işlediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bir milletvekili kalkıp 8 yıllık kesintisiz eğitim ve misyonerlik ya da Pontusçuluk faaliyetleri arasında bir neden-sonuç ilişkisi olup olmadığını ciddi ciddi sorabilmiştir. Birilerine ters gelen bir şey, somut kanıtlara ya da akla mantığa uygunluğuna bakılmaksızın bölücü, misyoner, Pontusçu, Ermenici olarak itham edilebilmektedir. Bunlar, birilerinin işine gelmeyen her şeyi engelleme politikasının bahaneleridir.

Bu propagandanın ayakta tutulabilmesi için elbette ‘zaferlere’ ihtiyaç vardı ve elbette bu hayali suçlamaların muhatabı olan insanlara karşı fiziksel ya da sözlü şiddet uygulanmasından başka bir şey içermiyordu. Geçtiğimiz iki yıl içerisinde hiçbir somut kanıta dayanmayan iddialar ve iftiralarla insanların katledildiğine, linç edildiğine, darp edildiğine, tehdit edildiğine çalışmalarının engellendiğine yakından tanık olduk.

Tersinden bakıldığında, bu hayali propagandanın söyledikleri kadar söylemedikleri de önemlidir. Propaganda makinesinin etkin olarak işlediği dönemde Doğu Karadeniz’de yaşanan büyük sorunlardan üç tanesini hatırlatalım. Birincisi çay tarımından elde edilen gelirin düşmesi sonucu Doğu Karadenizli insanlar için gurbetçilik neredeyse zorunlu hale geliyor ve seksen, yüz haneli köyler bile çay zamanı dışında neredeyse tamamen boşalıyor, yöre kültürleri kayboluyordu. İkincisi Çernobil’deki nükleer kazanın yarattığı etki ortaya çıkmaya başlıyor ve her evde bir ya da birkaç kanser vakası görülmesi olağan hale geliyordu. Üçüncüsüyse medyada ‘Nataşa olayı’ olarak adlandırılan fuhuş sektörünün Doğu Karadeniz’e yerleşmesiydi. İsmail Türüt gibi hassasiyetlerini her fırsatta dile getiren kimi sanatçıların bu üç sorunun ikisi konusunda ağızlarını açmayıp üçüncüsünü de maço bir tavırla kamuoyu önünde eğlence konusu yaparak meşrulaştırmaları bu propaganda makinesinin işleyişinin önemli bir parçasıdır. Burada sergilenen duruş, halkın yaşadığı gerçek sorunları görmezden gelirken, belirli bir rant yaratan hukuk dışı işlerin meşrulaştırılması için sanatsal olanakların sonuna kadar kullanılmasıdır. Bizim görüşümüz, Doğu Karadeniz’de “bebekten katil” yaratan kin ve nefret ortamının arka planında, söz konusu parça türünden ‘sanatsal’ meşrulaştırmaların ciddi bir katkısı olduğudur.

Dolayısıyla, karşımızda bulunan parça, medyada tartışılan bölümlerinden arındırıldığında dahi, Doğu Karadeniz’de yaratılmış olan kin ve nefret ortamını gayet açık bir şekilde savunması ve buralardan elde edilen insanlık dışı ve hukuk dışı rantları meşrulaştırması itibariyle tartışılmalıdır. Bu parçada O-gün ve Yasin sözcükleri hiç geçmemiş olsaydı, insanlığını yitirmemiş olan herkesin yüzünü kızartacak bu klipler hiç yapılmamış olsaydı bile bu parça kendi başına bir ‘nefret suçu’ teşkil etmektedir. Üstüne üstlük bu nefret suçunun, İslami semboller arasına saklanarak haklılaştırılmaya çalışılması da ayrıca bir ahlak düşüklüğü örneğidir ve uzun zaman önce bir Karadenizliden dinlediğimiz şu anıyı hatırlatmaktadır:
“O zaman ufağız, ağabeyimle camiye, Kur’an kursuna gidiyoruz. Cami uzak, anam yolda yemek için bize katık verir. Giderken derenin kıyısında oturup katığımızı yerdik. Ağabeyim orada yatar uyur, derede oynar. Ben camiye giderim, dönüşte ağabeyim beni yakalar hoca ne anlattı diye sorar, ben yolda anlatırım, eve gelince ağabeyim âlim kesilir. Anam bakmış ki ağabeyim eve her geldiğinde lastikleri ıslak, benimkiler kuru, anlamış işi. Perşembe akşamıydı. Anam dedi bir Yasin oku bakayım. Rahleyi açtı ağabeyimin önüne koydu. Mushaf’ı da açtı önüne baş aşağı koydu. Ağabeyim okumayı bilmiyor, yarım yamalak ezberlediği Yasin’i okumaya durdu. Ezbere bildiği yerlerde sesini yükseltiyor, bilmediklerini mır mır diyor, ama öyle heyecanlı ki sayfa bile çevirmiyor. Biraz sonra da hepten sustu. O zaman anam ağabeyime dedi ki:

“Bak evladum, ne edersan et da ha bu Yasin’i tersinden okuma”

EK :

T.C İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
Emniyet Genel Müdürlüğü
TBMM BAŞKANLIĞINA

İLGİ : TBMM Başkanlığının 08.01.2002 tarihli ve KAN.KAR.MD. A.01.GNS. 0.10.00.02. 12775-7/5446-12779 sayılı yazısı.
Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç tarafından T.B.M.M Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin (7/5446) cevabı aşağıya çıkartılmıştır.
1.2- Ülkemizde misyonerlik faaliyetleri kapsamında; 1998 yılında 104, 1999 yılında 137, 2000 yılında 47 ve 2001 yılında 5 olmak üzere 4 yılda 153’ü yabancı uyruklu, 140’ı Türk vatandaşı toplam 293 şahıs gözaltına alınarak adli makamlara sevk edilmiştir.
3- Doğu Karadeniz bölgesine gezi yapanlar arasında pontusçuluk faaliyetleri içerisinde olabilecek şahısların izlenmesi ve suç unsuru bulunması durumunda gerekli yasal işlemin yapılması hususunda Valiliklere gerekli talimat verilmiştir. Gerek İl Valiliklerince, gerekse güvenlik güçlerince konu, hassasiyetle takip edilmekte ve gerekli her türlü tedbir alınmaktadır.
Bölge insanımızın da bu nevi faaliyetlere fırsat vermediği ve kamuoyu gündemine bu tür iddialarla gelinmesinden dolayı üzüntü duydukları tespit edilmiştir.
4- Misyonerlik, dini temelde, pontusçuluk ise etnik temelde yürütülen faaliyetlerdir. Pontusçuluk faaliyeti içerisinde bulunanların misyonerlik eylemi içinde de bulundukları, ya da misyonerlik faaliyeti yürüten şahısların sözde pontus fikrini yayma gayesi ile çalışma yaptıklarına dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
5- 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi ile misyonerlik ya da pontusçuluk faaliyetleri arasında herhangi bir neden-sonuç ilişkisi bulunmamaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Rüştü Kazım YÜCELEN
İçişleri Bakanı
İMZA



MEHMET GÜMÜŞ

Vatanseverlikle izah edilemez

Fatsa'da doğan ve ilköğrenimini de orada bitiren Mehmet Gümüş, müziğine kattığı Karadeniz'in asi yanıyla söylüyor türkülerini. Umut ve barış ise, şarkılarının asıl teması...

Bu iş beni gerçekten çok üzdü. Şiddeti ve daha da ötesi ölümü kutsayan her anlayış toplumsal yaşama büyük zararlar vermiştir. İsmail Türüt'ün de, adı geçen şairin de yaptığı, ölümü kutsamanın ötesinde ırkçılığı, şovenizmi körükleyen ve siyasi karşılığı da bölücülükle tanımlanabilecek bir anlayıştır. Bu durumu herkes de bilir, böyle bir anlayış insanları savaşlara ve ölümlere götürür. İnsanlar bu anlayıştan dolayı çok büyük acılar çekmiştir.

Sanatın özünde hoşgörü vardır, kardeşlik vardır. Güzellik vardır. Dolayısıyla müzik bu amaçla kullanılır. Ama maalesef başka türlü kullanılıyor, bunu kınıyorum.

Irkçı ve şoven bir dalga üzerinden hem siyaset yapılıyor hem de ticaret. O kişinin albüm satışları artmış, düşünün. Çok yazık, oysa böyle bir durumda düşmesi gerekirdi. Burada bizim tek sarılmamız gereken şey barıştır. Bütün farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşamayı savunmaktır.

Bunlar yerel üzerinden politika yapmaktalar. Bu yapılanlar vatanseverlikle izah edilemez. Karadeniz'de çok da güzel insanlar var. Ve ben inanıyorum ki insanlığı kurtaracak olan sevgi ve barıştır.


ERDAL BAYRAKOĞLU

Karadeniz halkı, yanıtı yaşam tarzıyla verir

Laz müziğinin yeni temsilcisi, Ardeşenli Erdal Bayrakoğlu, Karadeniz müziğinin bir başka yüzüne değindi...

Bence bu şarkı bir arada yaşamaktan korkan, halkların ve kültürlerin varlıklarından bile rahatsızlık duyan bir anlayışın göstergesi. Halkların kardeşliği yerine şiddet ve linç kültürüne çağrıda bulunan, toplumsal barış ortamına ciddi zarar veren bir şarkı. Barış için mücadele edenlerin vatan haini olarak gösterilmesi ırkçı, söven bir anlayış. Bu anlayışa hizmet edenlere Karadeniz halkı en güzel cevabı birçok halkı tarihi boyunca bir arada barındırarak vermiştir.

Karadeniz halkı tarihi boyunca yaşadığı göçlerden farklı hassasiyetler oluşturmuş bir halktır. Ancak Karadeniz bir çok kültürü bir arada barındırmış ve ayrımcılığa hiç bir zaman prim vermemiştir. Bu şarkıyı Karadeniz halkına mal etmek doğru değil.



BİROL TOPALOĞLU

Bu zihniyeti lanetliyorum

Onu hep tulumuyla ve elinde kemençesiyle gördük. Karadeniz'in efsane ismi olmayı başarmış Birol Topaloğlu. Rize/Pazar doğumlu...

Son günlerde internet ortamında Ozan Arifin sözü ve Karadenizli Türkücü İsmail Türüt'ün seslendirmesi ile ortaya çıkan 'Plan Yapmayın Plan' adlı şarkıya fotoğraflarla yapılan küp bu ülkeyi seven herkesi derinden üzdü. Halkları birbirine düşüren ve dostça birlikte yaşamayı zedeleyen, farklılıklara tahammül edemeyen, kendinden başkasına yaşama şansı tanımayan zihniyeti lanetliyorum. İsmail Türüt sadece bugün değil geçmişte de buna benzer şoven, popülist ve ayırımcılığı körükleyen duygularla şarkılar söyledi. Ancak o şarkıların yapıldığı dönemde internet ortamı ve iletişim bugünkü kadar yaygın olmadığı için Karadeniz dışında pek yaygınlık kazanmadı. Bunun farkında olan kesimler ya görmezlikten geldiler ya da sessiz kaldılar. Yakın tarihte bile televizyonlarda 'Türkiye'de Laz yok gerçek Laz benim. Lazca diye de bir dil yoktur' diyerek Karadeniz şivesi ile sempatik olmaya çalışmış, bu şekilde davranarak Karadeniz'de yaşayan Lazları manipüle etmeye çalışmıştır.

Kendisi de zaman zaman Lazca şarkılar söylemesine rağmen Lazları inkar etti. Geçmişte söylenenler adeta bugünlerin habercisi idi. Bugün sitelerde dolaşan ve insanlıktan nasibini almamış sözler üzerine söylenen şarkıya yapılan klip de bu atılan tohumların bir sonucu. Tam da bu noktada aydınların 'biz nerede yanlış yapıyoruz' diye kendilerine soru sorması gerekiyor. Özellikle son yıllarda Karadeniz'de gerçek olmayan birtakım senaryolar ortaya konularak sanal bir gericilik ve etnik ayrımcılık ortamı yaratılmaya çalışıldığı biliniyor. Bu tür olumsuz gelişmelere bugüne kadar yöredeki aydınlar tarafından gerçek bir tepki konulamamış, aksine sessiz kalarak destek verilmiştir.

Bana göre gerçekte Karadeniz gerici bir yer değildir. Moda deyimlerle Karadeniz'de misyonerlik, Pontus’çuluk ya da Lazcılık gibi etnik ayrımcılığı bahane ederek oradaki kültürel değerlere ve bu değerleri yaşatmaya çalışan insanlar her defasında engellenmeye çalışılmaktadır. Yörede kendini aydın gören kesimler bile zaman zaman bu moda deyimlerden etkilenerek kültürel çalışmaların dolaylı ya da dolaysız olarak engellenmesinde rol oynamışlardır. Bugün gerçek anlamda halklar arasında dostluğu ve birlikte yaşamayı savunanlara daha çok iş düşüyor. Karadeniz sadece doğası ile zengin değil, kültürel olarak da çeşitliliği barındırır. Bu çeşitliliğin tehdit değil de zenginliğimiz olduğunun farkına varmamız lazım. Bizi birbirimize düşürecek, ayırımcılığı körükleyecek, kargaşa yaratacak her türden karanlık güçlere fırsat tanımamalıyız.



----------0----------

Planlı türkü



Cahil “sanatçı” hemen her gün aklımıza gelebilecek her iletişim aracından fırlayarak beynimizi iğdiş ediyor.

Ciddi olan hemen her şeye “O da nedir? Ben anlamam öyle şeylerden” demekten utanmıyor. Bilgisizliğini üstüne basa basa beyan etmeyi marifet sayıyor. Kakara kikiri yapıyor, adeta biri tarafından sürekli gıdıklanıyor. Yöresel ağzın, şivenin şiirini yok ediyor, sadece kaba konuşuyor. Bilgili olanla dalga geçiyor. Terimleri ısrarla yanlış telaffuz ediyor ve buna en çok kendisi gülüyor. Okumuyor, öğrenmiyor, sığ yaşıyor, sığ olana tutunuyor.

Bu tip meşhur insan olmak için et, but, müzik, yöresellik, vatanseverlik, din, sevgi, ölüm gibi en kolay dikkat çekecek fiziksel, kavramsal, duygusal öğeleri her koşul ve fırsatta kullanmaktan utanmıyor.

Cahil “sanatçı”nın yolu, sanatçı sıfatının hakkını teslim edenden yüzseksen derece farklı. Yaptığı işte ve duruşunda öğrenmeyi, kaliteyi, emeği, bilgiyle üretimi, bilerek konuşma kaygısını her zaman en son sıraya koyuyor ya da tamamen yok sayıyor. Günlük yaşıyor, tembelliği seviyor, evrensel olanı reddediyor, sorumluluk almaya üşeniyor.

Bu tipin parasızlıktan çıkardığı ders “paraya giden her yol mubahtır” oluyor, eğitimsizlikten çıkardığı ders ise bilgisizin bilgiliden çok daha kolay kabul göreceği!

Bir anda akıl kumkuması kesilebilme, kendini topluma mesaj verecek konumda hissetme, atıp tutmayı çok sevme, kendisini bir kitlenin, bir halkın temsilcisi olarak görebilme gibi çarpık ruh hali onu ummadığı yerlere taşıyabiliyor. Cahilleştirme konusunda uzman olan şu mevcut düzenin çarkını işletenler, parayı pek çok seven, derin düşünmeyi reddeden ve güne nasıl ucuz kahraman olurum cinliğiyle başlayan bu ne oldum şaşkını tiplere kolayca şekil verebileceklerini pek iyi biliyorlar. Sistem ve cahil “sanatçı” birbirlerini kullanıyor, şişiriyor ve birbirlerini üretiyor. Bu noktada çok iyi yürüyen bir işbirliği içindeler.

Karşımıza sadece “sanatçı” değil, Karadenizlilik dahil üstüne beş numara bol gelen her kılıkta çıkan bu modeller Karadeniz’in bünyesinde palazlandırılıyor şimdilerde.

Aklı başında Karadenizli dururken, o başı dik, gönlü güvercin, bilgi açı sanatçılarımız dururken, uydurma sorunların borazanlığını yapmak yerine yöresinin hakiki sorunlarıyla uğraşan insanlarımız dururken İsmail Türüt ve benzerleri Karadenizi temsile soyunabiliyor. Ve bizler dur demiyoruz. Bu cehaleti, bu çarpıklığı, bu yalanı ve dolanı suskun kalarak bir şekilde sahipleniyoruz.

Neden onlara hak ettikleri gibi seslenmiyoruz ve demiyoruz ki?

Size sanatçı denmez çünkü sanatçı sorumluluğunu taşımıyorsunuz.
Üretken denmez çünkü üretmiyorsunuz.
Sevilemeyeceksiniz, çünkü nefreti ve ırkçılığı besliyorsunuz.
Öldükten sonra saygıyla anılmayacaksınız, çünkü sanata ve insana saygısızsınız.
Çalışmalarınız dilden dile aktarılmayacak çünkü sadece yozlaştırıyorsunuz.
Hiç bir söyleminiz tarihe aydınlık bir not olarak düşülmeyecek çünkü karanlıkta yaşıyorsunuz.
Sorumsuz insanlar olarak kalacaksınız belleklerde çünkü ne yörenizin ne de dünyanın başını almış giden sorunlarıyla ilgilenmiyorsunuz.
Aç gözlü olacak adınız çünkü kardeşliği, barışı, parayı, vatanseverliği, ölümü, dirimi ve yöresel olanı hiç doymadan tüketiyor, miras yiyorsunuz.

Sizleri yöresel veya evrensel tarihin bir yerine yazılacaklarsa eğer, “sanatçı” olarak değil “lafını bilmez cahil bir adam” olarak yazacaklar

----------0----------

GERİ KALMIŞLIK SÜRECİNDE KARADENİZ



Bölgeler arası kalkınmışlık sıralamasında, Karadeniz'in, Doğu ve Güneydoğu'dan sonra en geri kalmış bölge olması, makul ve kabul edilebilir bir şey değildir. Marmara, Eğe, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinin Karadeniz'den daha yüksek bir kişisel milli gelire sahip olmaları, Karadenizliler olarak, bölgemizin kalkınmışlık sorununu önümüze koyup tartışmamızı gerektirmektedir.

Karadeniz gibi; başbakanlar çıkararak ülke yönetimine ağırlığını koyan, insan unsuru bakımından etkili ve itibarlı, yetişmiş insan gücü potansiyeli bakımından yetkin, girişimci ve başarılı bir bölgenin, böylesine geri kalmış olması üzücü ve düşündürücüdür. Geri kalışımızın sebeplerini ortaya koymak, mümkünse bunları ortadan kaldırmak, değilse, gelişmek ve gelir düzeyimizi yükseltmek için başka neler yapılması gerektiğini tespit ederek, bir strateji çerçevesinde ilerlemek gerekmektedir.

Geri kalışımızın sebeplerini tespit etmek ve bunları aşmak ilerlemenin ilk adımı olabilir. Genel olarak ifade etmek gerekirse; (1) Karadeniz'de sanayiin gelişmemesi, (2) arazinin yetersiz olması nedeniyle tarım ve hayvancılığın yüksek gelir sağlamaması, (3) balıkçılığın çok az bir nüfusa hitap etmesi ve yetersiz gelir sağlaması, (4) Doğu Karadeniz'de dış ticaret için uygun olan Sarp sınır kapısının uzun süre kapalı kalması, (5) nüfusunun göç nedeniyle azalması ve önemli bir tüketim merkezine yakın olmaması gibi sebepler, Karadeniz Bölgesi'nin gelir düzeyinin düşük kalmasına yol açmıştır.

Bölgenin kalkınması için önerilen yollar arasında ise kivi üretimi, arıcılık, balıkçılık ve turizm başta gelmektedir. Bu sayılanlar içinde arıcılık ve balıkçılıkta epeyce mesafe alınmış, kivi üretimi de önemli bir ek gelir sağlamaya başlamıştır. Turizm ise, öngörülen potansiyelin çok altında ve paket turlarla sınırlı bir faaliyet gibi görünmektedir.

Şimdiki anlayışıyla yılda sadece 3-4 ay gelir getirebilen doğa turizmi, Doğu Karadeniz'in en önemli potansiyel gelir kaynakları arasında sayılmaktadır. Ancak, faaliyet döneminin kısa olması, altyapı ve tanıtım eksikliği gibi etkenler, bu sektörün de kısa vadede sınırlı bir katkı sağlayabileceğini göstermektedir.

1996 yılında DPT tarafından yapılan kalkınmışlık tespitlerinde Doğu Karadeniz'in geri kalmışlığı açıkça ortaya çıkınca, GAP benzeri bir proje ile yörenin kalkındırılması düşünülmüş ve Japon uzmanlara Doğu Karadeniz Bölgesel Kalkınma Projesi (DOKAP) hazırlatılmıştır.

Bu proje, bölgesel sorunları ekonomik, sosyal ve çevre olmak üzere üç başlıkta toplamış ve bu sorunların çözümünü bölgesel gelişme hedefleri olarak almıştır. Bu hedeflere ulaşmak için de şu dört temel gelişme stratejisi belirlenmiştir:

-Ulaşım ve iletişim altyapısının güçlendirilmesi,

-Çok amaçlı su kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetimi,

-Toprak mülkiyeti ve kullanımının iyileştirilmesi,

-Mahalli idarelerin güçlendirilmesi.

DOKAP ana plânında, farklı sektörlerle ilgili 53 proje ve program yer almakta ve plânın üç etapta hayata geçirilmesi öngörülmektedir. Bunlar:

-1.etap: ekonomide yeniden yapılanma için hazırlık (2001-2005)

-2.etap: ekonomide yeniden yapılanma, ve

-3.etap: sürdürülebilir ekonomik büyümedir.

Şu anda yeniden yapılanma öncesi hazırlık dönemi içinde bulunulduğundan, DOKAP projelerinin uygulaması görülmemekte ve bölge ekonomisine etkisi hissedilmemektedir. Bu proje tam olarak gerçekleştiğinde bile, Doğu Karadeniz ekonomisi ancak altyapı bakımından yetkin duruma gelmiş olacak, ekonomik kalkınmanın sağlanması ise özel sektörün faaliyetlerine bağlı olacaktır.

Özel sektörün yatırım yapabileceği en önemli alan hiç şüphesiz turizmdir. Turizm Bakanlığı tarafından sağlanan kredi desteği de hesaba katılarak, kısa turizm sezonunu uzatacak kış turizmi imkânları ile derelerde balık avlama turizmi, rafting, trekking gibi fantastik turizm desteği sayesinde turizm yatırımlarından yeterli kâr elde edilebilir.

Türkiye Kalkınma Bankası tarafından 1996'da yapılan Rize'de uygun yatırım alanları araştırmasında şu yatırım önerilerine yer verilmiştir:

A Grubu: Yatırım maliyeti düşük, finansmanı kolay ve pazarı olan yatırımlar: Su ürünleri, arıcılık, kivi, et ve süt besiciliği, balık ağı, kompost gübre, parke üretimi.

B Grubu: Yatırım ve finansmanı bölgesel imkânlarla sağlanabilen ama pazarlama, kapasite ve işgücü bakımında daha ayrıntılı çalışma gerektiren yatırımlar: Makarna, bisküvi, çorap, hazır giyim, maden suyu, kibrit, konaklama tesisi, okul.

C Grubu: Yatırım tutarları yörenin mevcut kapasitesini aşan, altyapı ve ekonomik oluşum ve gelişmelere bağlı yatırımlar: Yolcu ve yük gemisi, hidroelektrik santrali, mermer blok ve levha, hastane.

Nebil Deveci tarafından yapılan bu araştırmada, 1996'daki yaklaşık yatırım tutarları ile bu yatırımlardan sağlanacak yaklaşık istihdam imkânları da tespit edilmiştir.

İstihdam sağlama bakımından en uygun sektörün turizm olduğu bilinmektedir. Sanayi ve hizmetler sektörünün diğer alanlarından çok daha fazla istihdam sağlayabilen bu sektörle ilgili mevcut doğal potansiyelin çok azı kullanılabilmektedir.

Karadeniz'in maküs talihini yenebilmek için, yatırım ve istihdam alanlarının hepsinden verimli ve kârlı bir biçimde istifade etmek gerekmektedir. Bir taraftan temel tarımsal ve ekonomik sektör olan çay sektörünü verimli çalışır duruma getirirken, diğer taraftan kivi, mandalina, siyah üzüm gibi tarımsal faaliyetlerin ek gelir sağlayacak hale getirilmesi gerekir.

Tarımsal faaliyetlerin yanında, bölge ekonomisine katkı sağlayacak; turizm, sanayi ve ticaret seçenekleri en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Bölge ekonomisi, birbirine alternatif olarak gösterilen faaliyetlerin biri veya bir kaçı ile değil, hepsinin verimli biçimde yerine getirilmesi ile ancak refaha ulaşabilir.

----------0----------

Çatışma Kültürü

Hrant Dink'in katillerini öven şarkıyı beğenerek okuduğunu ve hiçbir cümlesinden de rahatsızlık duymadığını söylüyor İsmail Türüt. Ozan Arif ise şarkıya duyulan tepkilere tepkisini tehdidvari konuşmalarla sürdürüyor, hatta "O yazarı (Ali Bayramoğlu'nu kastederek) mercek altına almak gerek" diyor Yeniçağ televizyonunda katıldığı programda.





GÜLSEN İŞERİ

Geçtiğimiz hafta başlayan, sözlerini Ozan Arifin yaptığı ve İsmail Türüt'ün seslendirdiği 'Plan Yapmayın Plan' adlı şarkıya, internet ortamında Hrant Dink cinayetine atıfta bulunarak çekilen klip tartışması -erişim engellenmiş olsa bile- hâlâ devam ediyor.

Hrant Dink'in katillerini öven şarkıyı beğenerek okuduğunu ve hiçbir cümlesinden de rahatsızlık duymadığını söylüyor İsmail Türüt. Ozan Arif ise şarkıya duyulan tepkilere tepkisini tehdidvari konuşmalarla sürdürüyor, hatta "O yazarı (Ali Bayramoğlu'nu kastederek) mercek altına almak gerek" diyor Yeniçağ televizyonunda katıldığı programda.

Tüm bu tartışmalar yaşanırken, biz de asıl Karadenizli sanatçılara sorduk İsmail Türüt'ün söylediği şarkının arkasında yatan nedenleri ve tabii ki Karadeniz'in bir başka yüzünü...



MİRCAN KAYA

Karadenizli olarak, İsmail Türüt'ten utanç duyuyoruz

Batum göçmeni Megrel bir ailenin kızı olarak Karadeniz'in bir dağ köyünde başlamış Mircan Kaya'nın yaşamı. Geleneksel türküler söyleyen Kaya, doğduğu o dağ köyünden barış türküleri söylüyor Karadeniz kokan... Bir Karadenizli olarak rahatsızlığını dile getiriyor...

»İlk olarak İsmail Türüt ne kadar Karadenizli diye sorsam?

Desem ki kendisini bir kez bile dinlemedim, inanır mısınız? O kadar uzak bir kişilik bana. Ne müziğini bilirim, ne kendisi hakkında kafa yormuşluğum vardır. Ancak misafir olduğum evlerde (çünkü kendim çok az televizyon izlerim) zap yapan ev sahiplerinin televizyonlarında adının İsmail Türüt olduğunu bildiğim bir adam görmüşümdür zaman zaman. Zaman zaman, Doğu Karadeniz'e yaptığım gezilerde, katıldığım meclislerde, insanların kendisinden utançla söz ettiğini duymuşumdur: Utanıyoruz. Böyle bir adamın bizi temsilen televizyonlarda boy göstermesinden utanıyoruz.

İsmail Türüt, kendi kimlikleri, geçmişleri hakkında en küçük bir bilgi kırıntısına sahip olmayan, bellek kaybına uğramış, aşırı milliyetçi tavır ve söylemleriyle şiddeti destekleyen ve asıl bölücülüğü kamçılayan, insanlıktan nasibini almamış ve dünyanın her yerinde bulunan ve bulundukları için ve soyları tükenmediği için savaşlara yol açan, güç ve iktidar hırsından gözleri dönmüş canavarları temsil ediyor diyeceğim ama öyle de değil. O, aslında bu sözleri bir araya getirebilecek biri değil. Alet ediyor kendini. Ruhunu bu canavarlara teslim etmekle kestirme yoldan sağlayacağı çıkarlar onu sarhoş etmiş.

»Bu kültürsüzlük nasıl yayıldı peki? Bir arada yaşamaya tahammül edemeyen güçlerin varlığı mı bu noktaya getirdi?

Karadeniz'in sorunu türküler veya türküyle siyasallaşma değil. Her şeyden önce, çok ciddi bir kültürsüzlük sorunu var. Lazlar, Megreller, bu bölgede yaşamıyorlar mı ezelden beri? Fıkralara konu olan şu ünlü Karadeniz aksanı nereden gelir? Hangi başka alfabeler ve diller zorlar bu insanların Türkçesini? Bir Ermeni ile bir Laz'ın ne farkı vardır? Bir Gürcü ile Bir Kürt'ün? Etnik çeşitlilik kültürel zenginlik olarak algılanmalı ve saygıyla kabul görmelidir. Bizim koruyamadığımız etnik diller veya kültürel miras UNESCO gibi kuruluşlar vasıtası ile koruma altına alınıyor

»Alenen ortada duran bir gerçek var. Bir şarkı ve şarkıda bir cinayete övgüler taşıyan sözler ve klip... Nereye gidiyor insanlık?

Sanıyorum burada iki şeyi birbirinden ayırmak gerek. Birincisi, böyle bir şiirin yazılıp, sanat dalları arasında en ulvi ve doğrudan insana ulaşabilen en etkili olanı müziğin alet edilerek insanların suça, suçluyu haklı göstermeye teşvik edilmesidir. Kasıtlı ve etik olmayan budur bence. İkinci konu, yani, internette bu parça ile ilgili küplerin yayınlanmasına gelince, bu ayrı bir konu. Gerekli gereksiz pek çok bilgiye ulaşılabilen internetin aslında kitleleri kolayca etkileyip yönlendirebilen televizyona karşı en etkili silah ve alternatif olduğunu düşünüyorum. Örneğin, internet üzerinden bahsi geçen parçayı dinlemek veya klibini izlemek için bunu bilinçli olarak seçmeniz gerekir. Aynı şekilde, bu olay karşıtı pek çok yazıya ve protestoya da internetten erişebilirsiniz.

İnsanlığın nereye doğru gittiği konusunda diyebilirim ki hiç bir yere gitmiyor. Ezelden beri böyleydi. Nietzsche'nin sözleriyle, evrensel kültürün çöküşüyle insan iğrençleşip en sonunda maymunlaşma derecesinde vahşileşebilir.

Kişi aklının elverdiğince, ne yaparsa yapsın kendince iyi olanı yapar. Bu durumda, cehalete karşı mücadele verirken acımasızlık tuzağına düşmemek gerek. Karadeniz'in başka bir yüzü bana kalırsa hâlâ dokunulmamış dağlarında ve köylerinde saklıdır. Kentsel alanları beton yığınları altında ezilmiş, bölgede her şeyin üstünde egemen güç olan doğayla aşık atarcasına giderek çirkinleşen karanlık gölgelere dönüşmektedirler. Bu alanlar kültürel açıdan tam bir yozlaşma yaşayan bölgenin durumunu yansıtmaktadırlar.

Samast deyince aklımıza Karadeniz değil benzer zihniyeti taşıyan tüm oluşumlar gelmelidir. Ne Türüt, ne de Samast, Karadeniz'in genelini temsil edemezler.

Kişisel duyarlılığım ve yargım yanılmaz değildir hatta yanlış, kaba saba bile olabilir. İnsanlık dışı, akıl almayan pek çok olay yaptıranlarla onları uygulayanların aynı olmadıkları düşüncesiyle hafifletilir.

»Bu, suçu işleyeni yargılamamayı mı gerektirir?

Kişisel duyarlılığım, başkalarının acı çektiğini anlayabilmeli, başkalarının penceresinden bakabilmeli ve acımasızlık tuzağına düşmemeliyiz, diyor. Merhametsiz bir dünya çekilmez çünkü. Müziği, batıda pek çok müzisyenin yaptığı gibi barış, kardeşlik, yoksulluğa, açlığa ve haksızlıklara son vermek gibi yüksek amaçlar için kullanmalıyız.



İBRAHİM KARACA (ŞAİR)

Bu türkücüler hangi 'plan' için nefes tüketiyor?

Karadenizli muhalif bir şair İbrahim Karaca. Onu daha çok Grup Yorum için yazdığı şiirleriyle biliriz.1960 yılında Rize'nin bir köyünde doğan Karaca, halk kültürü araştırmalarıyla da dikkat çeken bir isim. Kendisine bu tartışmayı sorduğumuzda "Gözlerinin önüne çekilen vatan-millet desenli jön onları mehter marşlı uzun bir ortaçağ yolculuğuna davet ediyor" diyor ve devam ediyor... 'Plan Yapmayın Plan' adlı şarkının her bir cümlesine yanıt vererek yanıtlıyor soruları...

"Plan yapmayın plan gitmez Karadeniz'de / Kahpelik yalan dolan tutmaz Karadeniz'de"

Evet, şarkı kılığında kusulan bu sözler aslında bir plan yapıyor kendi içinde. Kahpeliklerin Karadeniz'de tutmayacağını söylese ne gezer, kusanlar zaten böyle bir paranoid-şizofren ruh hali içindeler. Bir yanda onlar var, bir yanda 'kahpeler'. Bölücülükten söz edeceksek bu ülkede bölücülüğü de en başta bu gibi yönlendirmelerden vazife çıkaran "kahramanlar" yapacaktır. Utanmadan, arlanmadan, açıktan saldırarak, insana ait ne varsa kırıp dökerek. Bu ruh hali onları öyle bir noktaya getirmiştir ki, açlığa karşı yürüyüşe geçen işsizlerin de plan yapan katli vacip vatan hainleri olmaları kaçınılmazdır. Öyle bir ruh hali içindedirler ki, beyinlerine yüklenen data ne ise onu dışa vuruyorlar... işin kötüsü, bunun farkında değiller. Gözlerinin önüne çekilen vatan-millet desenli fon onları mehter marşlı uzun bir ortaçağ yolculuğuna davet ediyor.

"Ne Conisi ne Rusu pusu kurmasın pusu / Bölücülük borusu ötmez Karadeniz'de"

Karadeniz'de ne olmuş da bu laflar söyleniyor? "Biz Trabzon'u bu hale getirmek için tam oniki yıl uğraştık" diyen hatırlı kişilerin daha fazla konuşmalarını isteyelim. Hangi hale getirmek için uğraşmışlar? Karadeniz işgal altındaydı da bir kurtuluş savaşı mı vermişler? İşgal altında yaşayan ülkelerde ortaya çıkan işbirlikçilerin hep kuru-sıkı sallayan milliyetçilerden olmaları rastlantı mıdır? Güce tapan, güçlünün yanında olmaktan hoşlanan, onun kanatları altında sağa sola saldıranların düşlediği bir hayat hayat mıdır? Bölücülük borusu denilen boru 'şarkı' kılıklı bu zırıldanma olmasın sakın.

"Bırakın çan çalmayı Ermenici olmayı/ Millet böyle dolmayı yutmaz Karadeniz'de / Ogün öyle desinler bugün böyle desinler / Fatihalar Yasinler bitmez Karadeniz'de" Bizim Kürt arkadaşlarımız var, Kürtçü değiller. Ermeni arkadaşlarımız var, Ermenici değiller. Türk arkadaşlarımız var, Türkçü değiller. Biz, insan yanımız kanamaya başladığında yerine göre Kürt, Ermeni, Türk veya Çerkez hissederiz kendimizi. Hitler'in toplama kampında ne kadar Yahudiysek, Filistin’de siyonizmin taşla kırdığı kolun sahibi Arap olmuşuz, İstanbul'da kahpe kurşunlarla arkadan kurşunlanan Hrant olmuşuz, çok mu? Kime ne? Kime ne anlatalım, anlayabilir misiniz? Beyninize yüklenen yazılımda buna yer var mı?

"Şerefini şanını, ortaya koy canını / Hiç kimse vatanını satmaz Karadeniz'de"

Bunu söyleyenlere bakın! Vatan nedir, şeref nedir, güzel bir ülke için canını ortaya koymak nedir? Siz bunu bilir misiniz? Vatan denilen şey mal varlığı değil güzel kardeşler.

"Vatan satsa bir kişi anında biter işi / Türk ve İslam güneşi batmaz Karadeniz'de / Bizde varken bu duruş emiceniz olsa Bush / Alayınız beş kuruş etmez Karadeniz'de / Anladık var gocunuz belli kuyruk acınız / Kargaşaya gücünüz yetmez Karadeniz'de" Zavallı bir ihtiyar rahibin vurulmasına alkış tutmak; kitapevlerini basıp insanları ekmek bıçağıyla paramparça edenlere gülümsemek; bu ülkenin aydınlarını, yazarlarını ve düşünürlerini 'beş kuruş etmeyen planlar' yaptıkları gerekçesiyle katledenleri bağrına basmak hangi 'kuyruk acısından' kaynaklanıyor peki? Bu kargaşayı yaratanlar kimler? Kimler kahraman, kimler vatansever, kimler zavallı tetikçi? Bu milliyetçi-vatansever 'türkücü' ülküdaşların derdi ne? Hangi borunun üfleyicileri bunlar? Sürmekte olan bir davanın neresinde olduklarını bile bilmeyen, anlayamayan daha dünkü ürkek çocukları hangi cüretle kahraman ilan ediyorlar? Bu türkücüler hangi 'plan' için nefes tüketiyorlar?

»İsmail Türüt Karadeniz'in neyini temsil ediyor?

İsmail Türüt, nüfus kağıdında yazıldığı kadarıyla Karadenizli. Karadeniz'in lümpen ve sulu (esprili değil) yani cıvık yanını resmediyor- Temsil etmiyor. Bu ülkede hayata soldan bakanlara ve 'öteki' olarak kayıt altına alınanlara atıp tutmak nasılsa tehlikesizdir. Size kimse neden öyle davrandığınızın hesabını sormaz. Sorsa da sadece sormuş olmak için sorar, kulağınızı bükmez, canınızı acıtmaz. İsmail Türüt, işte bu canı acıtılmayan mutlu insanlardan biridir. "Karadeniz'in evladı" olan bu güzide türkücümüzden, Karadeniz'in canını acıtan hiçbir önemli konuda tek söz bile duyamazsınız. Sahil yolu yapılmış, kıyılar yok olmuş; derelere baraj adlı kelepçeler takılmak istenmiş, dereler satılmış, vadiler tehdit altındaymış... Ne gam? Duyamazsınız. Bunları es geçip vatan millet adına kuru sıkı sallamak daha tehlikesiz. Hem tehlikesiz, hem puan getirici. Çünkü bunlara ait iki çift söz söylemek bürokrasinin bir kısmını karşınıza almayı gerektirir. Riskli. Ayrıcalıklı durumunuz zayıflayabilir, mal varlığınızdaki duraklamalar canınızı acıtabilir. Yanınızda milliyetçi-mukaddesatçı ülküdaşlarınızın azaldığını görürsünüz, kahrolursunuz. Türüt bunlara katlanamaz, dayanamaz. Karadeniz'i görmezden gelerek günübirlik lagara lugara ile ne kadar Karadenizli olunabilirse, Türüt de o kadar Karadenizlidir.

Karadeniz için kafa yormak ayrı, Rize şivesini öteye beriye büküp kılıktan kılığa sokarak türkü söylemeyi Karadenizlilik sanmak ayrı bir şeydir. Birinin götürüşü vardır, ötekinin ballı kaymaklı getirişi. Türüt'ün yaptığı milliyetçilik de aslında bilinçten kaynaklanan bir milliyetçilik değil. O bunun anlamını bile bilmiyordur belki. Baştan aşağı dolduruş. Binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete.

»Karadeniz türküyle siyasallaşmanın en yaygın olduğu yer... Bu kötüye mi kullanılıyor? Emik çeşitliliğin parçalanması için zemin mi hazırlanıyor?

Değil. İstenen belki budur, ama bunu başarmak da akıl işi sonuçta. Hani bizim bu türkücü kafadarlar söylemiş ya "Bölücülük borusu ötmez Karadeniz'de" diye... Aynen öyle. Herkesi bölücü sayan böyle milliyetçi-ırkçı bölücülükler bunu başaramaz. Etnik çeşitliliğin parçalanması arazi parçalamaya benzemez. Halkın gönlüne nasıl format atacaklar ki?

»Bu tahammülsüzlük insanlığı nereye götürüyor?

İnsanlık üç tane şarlatanın peşinde bir uçuruma gitmez. Bir avuç katile yapılan övgüler de bir avuç insan tarafından yapılıyor aslında. Toplumsal çürümenin safrasıdır bunlar. Karadenizliler için hiçbir değeri yoktur bu tiplerin. Saldırganlıkları da bundandır. Ama Karadeniz'de hastalıklı muhafazakâr-milliyetçi bir kültür de kol geziyor. Bu yeni bir durum değil. Karadeniz eskiden beri tutucudur. Kendini bağlar. Karadeniz'in tutuculuğu saldırgan değildi. Şimdi bu tutucu yapıyı ırkçı-gerici saldırganlığa taban yapmak istiyorlar. Çünkü bu birikim politize olacaksa o tarafa daha az zahmetle evrilebilir. Zaten bürokratik olarak solun hayal bile edemeyeceği bir hoşgörü ortamını her an yanınızda bulma psikolojisi size ekstra bir moral veriyor. İş kolay yani. Bu ne demektir? Hayatı güzelleştirme kavgası veren güzel insanlara çok iş düşüyor demektir tabii ki.



GÖKHAN BİRBEN

İnsan olma duygusundan yoksunlar

Rize’nin Subaşı köyünde doğan bir Karadenizli. Yaşamının büyük çoğunluğunu köyünde geçirecek kadar Karadeniz tutkunu bir müzisyen. Kazım Koyuncu'nun kadim dostu. Hey Gidi Karadeniz şarkısıyla başlayan müzik yolculuğu devam ediyor... "Bir Karadenizli olarak benim de söyleyeceklerim var" diyor söze başlar başlamaz... Ve özellikle anmak istemiyor İsmail Türüt'ün adını...

Türüt ne kadar Karadenizli ve neyini temsil ediyor bilemem ama bir bölgenin temsili bireylerin söylemleri ile değil de o ülkede yaşayan insanların yaşama bakışıyla değerlendirilir. O yüzden bir bölgenin sözcüsüymüş gibi kendini lanse edip ve o bölge insanının diliymiş gibi konuşmak maalesef görüldüğü gibi Karadeniz insanını olduğundan farklı gösteriyor. Karadeniz insanı şiddetin sözcülüğünü yapanlara değil, barışın sözcülüğünü yapanlara itibar eder.

Bu bölgede yüzyıllardır tamamı neredeyse sevgi ve sevda üzerine türküler yakılmış. İçerisinde şiddeti içeren bir tek cümle bulamazsınız. Ama birilerine barış söylemi batıyor sanırım ki kin ve nefret söylemini ağızlarından düşürmüyorlar. Karadeniz'de farklı etnik kültürleriyle insanlar yüzyıllardır birlikte yaşadı ve hiçbir sorun da olmadı. Şimdi farklı bakışlara karşı, Karadeniz insanı karşı duruş olarak gösterilmeye çalışılıyor.

Oysa Karadeniz insanının bakışı değildir bu, bunu o bölgede yaşayan bir insan olarak iyi biliyorum. Ama şiddet, linç girişimleri, adam öldürmek ve öldüreni övme geleneği oluşturuluyor adeta. Şarkının sözlerine bakınca ilk dikkatimi çeken nokta (bizde varken bu duruş emiceniz olsa Bush) oysa yıllardır Amerikan işgaline karşı duranlara, bu şarkıyı yazanlar Amerika'nın gece bekçiliğini yaptıklarını ne çabuk unuttular.

İnsanların birileri tarafından özellikle Karadeniz'de adeta şiddete yönlendirildiğini bundan önceki söylemlerimde inatla üstüne basa basa söyledim. Son dönemlerde onca insan öldü Karadeniz'de. Bir bedene sıkılan kurşunun haklı bir gerekçesi olamaz, olmamalı da. Bunu yapan da öven de insan olma duygusundan yoksundur. Karadeniz'de bunun başka bir örneği var mı bilmiyorum. Benim bildiğim ölen birinin ardından ağıtlar yakılır onu anmak için türküler yapılır. Birinin ölümü ardından öldüreni öven şarkı yapıldığı ve benim bildiğim tek örnektir bu.

Şiddet ve kan kusan bir toplum olmaya başladık ve kanı gördükçe dişlerini büyütenlerle karşı karşıyayız. Buna karşılık inatla barış ve sevgi söylemini daha yüksek haykırmak ve üretimleri cep için değil halk için yapmaya devam etmek lazım.



BAYAR ŞAHİN

Çatışma kültürü ve söyleminden birileri faydalanıyor

Türkçe, Gürcüce, Lazca, Megrelce ve Hemşince olarak şarkılar seslendiriyor Bayar Şahin. Müziğinde horon tutkusu var. Borçka'nın Macaheli köyünde doğan ve oraların izlerini taşıyan Şahin, "Türüt Karadeniz'in 80 sonrası yaratılan yüzünü temsil ediyor" diyor...

Evet İsmail Türüt Karadenizli. Karadeniz'in 80 sonrası yaratılan yüzünü temsil ediyor. Fakat meseleye böyle bakmak da yeterli değil. Türkü yolu ile siyasallaşma sadece bir coğrafyaya ait değil. Bu 'türkü' olayını anlamak için daha büyük fotoğrafa bakmak lazım. Çok hızlı değişen dünya dengelerine ayak uydurmada zorlandığımız bir gerçek. Küresel ve ülkemizde yaşanan değişimde nitelikli ve eşit bir taraf olamıyoruz. Siyaset, ekonomi, kültür ve sosyal yaşamda geleneksel olarak süregelen yaşam tarzları ve tercihler ile yeni fırsat ve kısıtları doğuran bu değişim ve çatışma sürecinde nitelikli kurumlar oluşturmakta çok zayıf kalıyoruz. Yaşananlara aslı ve dolayısı ile kendine güvenli bir taraf olarak katılamayışımız bireyleri, grupları ve toplumsal kesimleri büyük ölçüde tepkisel bir seviyede davranış geliştirmeye indirgiyor. Burada konuyu sadece Karadeniz ya da ilgili türkü sınırlarında görmemek lazım.

Ülkenin sorunları çoklu ve yaşamın her kademesinde kronikleşen bir hal almakta. Esas olarak bakılması gereken bu iklimin nasıl yaratılmış olduğudur ve bu iklimin gerek bireylere gerekse ülkemize negatif ya da pozitif anlamda olabilecek etkilerini anlamaktır. Gelir dağılımı her geçen gün bozulmakta. Bir taraftan işsizlik yüksek oranlarda iken henüz işgücü piyasasına katılmayı bekleyen yaklaşık 25 milyon genç insana nasıl bir gelecek sağlanacağı gibi temel konuların çözümlenemediği bir durumda herkesten iyi vatandaş olmayı beklemek ne kadar gerçekçi olacaktır. Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika'da yükselen lümpen faşizmi ve Türk düşmanlığı da yine bu 'iklim' yaratma süreçleri ile alakalı olarak görmek lazım.

Ülkemiz hızlı bir şekilde etnik ve inanç farklılığı gibi esasen gerçek yaşamda çok da hayati olmayan konulara boğulmacasına sürüklenmekte. Çatışma kültürü ve söyleminden birilerinin faydalanması da mümkün. Ama gerçek anlamda ülkesini sevenlerin, söylemlerini sağduyu ile bir kez daha akıl süzgecinden geçirmeleri ve nihayetinde ülkede çatışma ve zıtlaşma sağlamayı kendi işleri olarak görenlere alet olmamaları daha uygun olacaktır.



YAŞAR KURT

Bu yapılan şeyi sanattan sayamayız

Aslen Karadenizli. Ama İstanbul'da doğup büyümüş. Muhalif şarkı sözleriyle bildiğimiz Yaşar Kurt, "Karadeniz'in bana taşıdığı değerlerden belki de en önemlisi, yaşam hakkının kutsal dokunulmazlığıdır" diyerek başlıyor söze...

Bir süredir terörün Karadeniz'e taşınması için gösterilen çabaları görüyoruz; linç girişimleri, çocukların eline tutuşturulan silahlar ve eğitim kampları. Bunun halkla, kültürle, inançla bir ilgisi yok. Bu şiddetten ve cehaletten beslenen birtakım karanlık organizasyonların işi.

Karadeniz'in bana taşıdığı değerlerden belki de en önemlisi, yaşam hakkının kutsal dokunulmazlığıdır. Doğa ile iç içe olan hayatımızın bir parçası bu. Yaşlılara gösterilen saygı, dürüstlük, mertlik, merhamet, insan onuruna gösterilen hassasiyet. Ortak değerlerdir bunlar. Türküdeki söylem bu değerlerle uyuşmuyor. Sanatın ve sanatçının bendeki tanımlarında böyle bir kavram yok. Bu yapılan şeyi sanattan saymak haksızlık olur.



FUAT SAKA

Devlet bu cinayetlere izin verdiği sürece bunlar olur

Müziğine 'Lazca-caz' yakıştırması yapılan Fuat Saka, Trabzon'da başladığı müzik yaşamını 20 yıl Avrupa'da sürdürdü. Sonra Türkiye'ye dönerek bir biri ardına albümler çıkardı. Fuat Saka Karadeniz'de kemence seslerine eşlik eden horonlarla büyümüş tipik bir Karadenizli... Ve bir Karadenizli olarak anlattı son yaşanan Türüt tartışmasını....

Rize'ye bağlı bir köyden olduğunu biliyorum. Hangi kesim dinleyiciye hitap ediyor, ona bakmalı. O dinleyici kesiminin büyük bir bölümü onunla aynı şeyleri düşünüyor olmalı ki, böylesine ırkçı bir söyleme, çalışmasında, hiçbir kaygı duymadan yer vermiş. Temsil etmeye çalıştığı kesim (bu parçadan yola çıkılırsa) belli değil mi?

Bu yaklaşımla Karadeniz'de karanlık güçlerin cinayetlerini övmüş olur ve ancak onları temsil edebilir. Umut ederim ki bir basın açıklamasıyla Karadenizlilerin potansiyel katiller olmadıklarını, parçayı da talihsiz bir şekilde seslendirdiğini ifade eder. Karadenizliler Karadenizli olmayan birileri tarafından yazılan sözlerdeki gibi hiç kimsenin jandarmalığına soyunmazlar. Karanlık güçler tarafından örgütlenen fakir gençler hariç...

Devlet bu tip cinayetlere izin verdiği sürece, bu ırkçı söylemlerle ortaya çıkanlar daha çok cesaret alacaklardır. Karadeniz'den (eğer yetiştirilmemişseler) katil çıkmaz. Bilim insanları, ressamlar, şairler, edebiyatçılar, sanatçılar yetiştirmiştir Karadeniz... Hâlâ da yetiştirmektedir.

Hrant Dink'in katillerine bu övgülerin dizilmesi hiç de sürpriz değildir. Cesareti nereden aldıkları bellidir. Biz bu topraklarda dostça, kardeşçe, sevgiyle yaşamak istiyoruz. Düşmanlıkları artık bir kenara bırakmanın zamanı çoktan gelmiştir.



YASİNİ TERSİNDEN OKUMAK
Ayşenur Kolivar (Grup Helesa)
Nilüfer Taşkın (Dalepe Nena)
Hikmet Akçiçek (Vova)
Birol Topaloğlu

İsmail Türüt’ün, Dünya Tatlısı albümünde yer alan Plan Yapmayın Plan isimli parçasına YouTube’da yapılan bir kliple başlayan ve bugün sayıları yirmiyi aşan çeşitlemesiyle iyice dallanıp budaklanan bir gündemle karşı karşıyayız. Medyada kimi zaman birbirine karıştırılarak sunulsa da bu gündem iki ayrı boyutta gelişmektedir. Birincisi YouTube’da yayınlanan ve sayıları artmakta olan klipler, ikincisiyse İsmail Türüt’ün albümünde yer alan parçanın kendisidir.

YouTube, yayınladığı malzeme konusunda hemen hiçbir sorumluluk üstlenmeyen sanal bir alan olduğu için, bir yanda insanların kendilerini özgürce ifade ettiği diğer yandan da kullanıcılarının tamamen sanal kimliklerle var olması nedeniyle gerçekliği şüphe götüren bir zemin sunuyor. Bu nedenle söz konusu klip ya da kliplerin, İsmail Türüt’le doğrudan bir ilişkisi olduğu kendisi tarafından reddedildiği için aksi kanıtlanana dek ayrı bir boyutta değerlendirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. (Ancak bu parçanın söz yazarı olan Ozan Arif, yazdığı sözlerin bu şekilde anlaşılmasından bir sıkıntı duymadığını bir televizyon kanalında açıkça ifade ettiği için farklı bir konumda görünmektedir)
Suçu ve suçluyu övdüğü aklı başında herkes için aşikâr olan bu klipler, özellikle Doğu Karadeniz’deki ortamı yakından bilenler için çok da şaşırtıcı gelmiyor. Bunu söylerken, bu alenen ırkçı yaklaşımın Doğu Karadeniz’de büyük bir çoğunluk tarafından hatta ciddiye alınabilecek büyüklükte bir kesim tarafından dahi benimsendiğini iddia etmiyoruz. Ancak, küçük de olsa, söz konusu klipte yer alan kurguyu tasarlayacak kadar insanlıktan çıkmış bir kesimin var olduğu Doğu Karadeniz’de çoğu kimsenin bizzat tanık olduğu bir olgudur. Kimi zaman mafyavari mahalle çeteleri kimi zaman resmi makamların bilgisi dahilinde paramiliter yapılanmalar olarak faaliyet gösteren bu gruplar, sadece Trabzon’daki saldırı ve cinayetler ya da Hrant Dink suikasti gibi geniş çapta etki uyandıran işler yapmakla kalmayıp, yarattıkları “rutin” şiddet ve suç ortamıyla Doğu Karadeniz’de yaşayanları da yılın üçyüzaltmışbeş günü taciz etmektedir. İşte bu mafyavari grup mensupları tarafından hazırlandığı gayet iyi bilinen bu klipler, mevcut anti-demokratik ceza hukukuna göre dahi alenen suç teşkil ettiği için içeriklerinin ahlaki düşüklüğü konusunda bir yorum yapmayı gereksiz buluyoruz.

Burada önemli olan, Rakel Dink’in gayet veciz bir şekilde “bir bebekten katil yaratmak” olarak ifade ettiği süreç, bir başka deyişle, bu grupların oluşumunun ve varlıklarını sürdürmesinin arka planıdır. Bu arka plan Türkiye’de son yirmi yıldır yaşanan düşük yoğunluklu savaşın Doğu Karadeniz’deki yansımasını da içermesi itibariyle buraya sığdıramayacağımız kadar kapsamlı bir değerlendirme gerektirmektedir. Bu yüzden kendimizi bu arka planın mevcut gündemle ilişkili olduğunu düşündüğümüz boyutuyla sınırlayacağız. Burada asıl mesele YouTube’da yayınlanan klipler değildir, çünkü bu klipler bir nedenden çok bir sonuca işaret etmektedir. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta, İsmail Türüt’ün söz konusu parçası özelinde bu arka planı tartışmaktır.

Medyada sunulduğu şekliyle İsmail Türüt’ün bu olayla ilişkilendirilme biçimi daha çok yayınlanan klip üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz. YouTube gibi her türlü denetimden uzak bir yerde yayınlanan bir klipten bir sanatçının sorumlu tutulması kesinlikle yanlıştır. Sanatçının sorumluluğu icra ettiği parçayla sınırlıdır. Bu parçayla ilgili olarak İsmail Türüt’e genellikle parçada geçen sözlerin Hrant Dink’in katil zanlılarının isimlerine benzerliği soruldu. Bunun da oldukça açık bir şekilde reddedilmesinden sonra geriye İsmail Türüt’ü aklamak ya da niyet okuyuculuğuna girerek “sen aslında böyle diyorsun ama asıl niyetini söylemiyorsun” demekten başka bir olasılık kalmamaktadır. Medyanın bu yaklaşımının doğru ve adil olduğunu düşünmüyoruz. Bu tabloda İsmail Türüt ya haksız bir şekilde aklanacak ya da haksız bir şekilde mağdur edilerek itibar kazanacaktır. Şimdi medyanın bu çokça ilgilendiği kısımları bir kenara bırakıp bu klibin yayınlanmadığını ve isimleri çağrıştıracak sözler olmadığını varsayalım. Sözgelimi ilgili dörtlük (Orda öyle desinler/Burda böyle desinler/Fatihalar İhlaslar/ Bitmez Karadeniz’de) olsaydı bu parça masum mu olacaktı?

Satırların bu şekilde yazıldığını varsayarak sözlerin geneline baktığınızda anlattığı öykü şudur: Karadeniz (özellikle de Doğu Karadeniz) Türklük ve İslamiyet’e yönelik yoğun bir saldırı altındadır. Bölücüler, Ermeniciler, Pontusçular, misyonerler burada yoğun bir faaliyet yürütmektedir. Ayrıca A.B.D. ve Rusya’da Karadeniz’e pusu kurmuş beklemektedir. Bunlar olurken dimdik ayakta duran bir Karadeniz vardır.

Eğer Doğu Karadeniz’e henüz inmiş Marslılar olsaydık, tüm dünyaya meydan okuyan bu külhanbeylerinin anlattığı öyküye belki inanabilirdik. Ancak yörede yetişmiş insanlar için bu öykü pek inandırıcı görünmüyor. Özellikle son on üç yıl içerisinde Doğu Karadeniz’de bölücülük, misyonerlik, Pontusçuluk yapıldığı propagandası hep ayakta tutuldu. İsmail Türüt şimdi bunlara bir de Ermeniciliği eklemiş görünüyor. Oysa Doğu Karadeniz’de bölücülük, misyonerlik, Pontusçuluk ve şimdi de Ermenicilik yapıldığı propagandası neredeyse tamamen hayalidir ve sınanacakları hiç bir gerçeklik olmaksızın istendiği gibi yönlendirilebilmektedir. Bu suçlama ya da zan altında bırakma politikası bölgede yaşayan ve demokrat ya da liberal olduğu düşünülen herkese, sanatçılara, yazarlara, gazetecilere ve akademisyenlere keyfi bir şekilde yöneltilmiştir. Ancak propagandadan nasibini alanlar bunlarla sınırlı kalmamıştır. Doğu Karadeniz’in her yandan, sürekli bir tehdit altında olduğu propagandası yerel medyadan üniversiteye, sivil toplum örgütü toplantılarından, valilik genelgelerine ve milletvekillerinin meclis konuşmalarına kadar her yere yayılmıştır. 2002 yılında bir Trabzon milletvekilinin İçişleri Bakanlığı tarafından yazılı cevaplanması istemiyle T.B.M.M. Başkanlığına sunduğu soru önergesine verilen cevabın 5. Maddesi yorum gerektirmeyecek kadar açıktır:

“5- 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi ile misyonerlik ya da pontusçuluk faaliyetleri arasında herhangi bir neden-sonuç ilişkisi bulunmamaktadır.”
Bu cevap, propaganda makinesinin nasıl işlediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bir milletvekili kalkıp 8 yıllık kesintisiz eğitim ve misyonerlik ya da Pontusçuluk faaliyetleri arasında bir neden-sonuç ilişkisi olup olmadığını ciddi ciddi sorabilmiştir. Birilerine ters gelen bir şey, somut kanıtlara ya da akla mantığa uygunluğuna bakılmaksızın bölücü, misyoner, Pontusçu, Ermenici olarak itham edilebilmektedir. Bunlar, birilerinin işine gelmeyen her şeyi engelleme politikasının bahaneleridir.

Bu propagandanın ayakta tutulabilmesi için elbette ‘zaferlere’ ihtiyaç vardı ve elbette bu hayali suçlamaların muhatabı olan insanlara karşı fiziksel ya da sözlü şiddet uygulanmasından başka bir şey içermiyordu. Geçtiğimiz iki yıl içerisinde hiçbir somut kanıta dayanmayan iddialar ve iftiralarla insanların katledildiğine, linç edildiğine, darp edildiğine, tehdit edildiğine çalışmalarının engellendiğine yakından tanık olduk.

Tersinden bakıldığında, bu hayali propagandanın söyledikleri kadar söylemedikleri de önemlidir. Propaganda makinesinin etkin olarak işlediği dönemde Doğu Karadeniz’de yaşanan büyük sorunlardan üç tanesini hatırlatalım. Birincisi çay tarımından elde edilen gelirin düşmesi sonucu Doğu Karadenizli insanlar için gurbetçilik neredeyse zorunlu hale geliyor ve seksen, yüz haneli köyler bile çay zamanı dışında neredeyse tamamen boşalıyor, yöre kültürleri kayboluyordu. İkincisi Çernobil’deki nükleer kazanın yarattığı etki ortaya çıkmaya başlıyor ve her evde bir ya da birkaç kanser vakası görülmesi olağan hale geliyordu. Üçüncüsüyse medyada ‘Nataşa olayı’ olarak adlandırılan fuhuş sektörünün Doğu Karadeniz’e yerleşmesiydi. İsmail Türüt gibi hassasiyetlerini her fırsatta dile getiren kimi sanatçıların bu üç sorunun ikisi konusunda ağızlarını açmayıp üçüncüsünü de maço bir tavırla kamuoyu önünde eğlence konusu yaparak meşrulaştırmaları bu propaganda makinesinin işleyişinin önemli bir parçasıdır. Burada sergilenen duruş, halkın yaşadığı gerçek sorunları görmezden gelirken, belirli bir rant yaratan hukuk dışı işlerin meşrulaştırılması için sanatsal olanakların sonuna kadar kullanılmasıdır. Bizim görüşümüz, Doğu Karadeniz’de “bebekten katil” yaratan kin ve nefret ortamının arka planında, söz konusu parça türünden ‘sanatsal’ meşrulaştırmaların ciddi bir katkısı olduğudur.

Dolayısıyla, karşımızda bulunan parça, medyada tartışılan bölümlerinden arındırıldığında dahi, Doğu Karadeniz’de yaratılmış olan kin ve nefret ortamını gayet açık bir şekilde savunması ve buralardan elde edilen insanlık dışı ve hukuk dışı rantları meşrulaştırması itibariyle tartışılmalıdır. Bu parçada O-gün ve Yasin sözcükleri hiç geçmemiş olsaydı, insanlığını yitirmemiş olan herkesin yüzünü kızartacak bu klipler hiç yapılmamış olsaydı bile bu parça kendi başına bir ‘nefret suçu’ teşkil etmektedir. Üstüne üstlük bu nefret suçunun, İslami semboller arasına saklanarak haklılaştırılmaya çalışılması da ayrıca bir ahlak düşüklüğü örneğidir ve uzun zaman önce bir Karadenizliden dinlediğimiz şu anıyı hatırlatmaktadır:
“O zaman ufağız, ağabeyimle camiye, Kur’an kursuna gidiyoruz. Cami uzak, anam yolda yemek için bize katık verir. Giderken derenin kıyısında oturup katığımızı yerdik. Ağabeyim orada yatar uyur, derede oynar. Ben camiye giderim, dönüşte ağabeyim beni yakalar hoca ne anlattı diye sorar, ben yolda anlatırım, eve gelince ağabeyim âlim kesilir. Anam bakmış ki ağabeyim eve her geldiğinde lastikleri ıslak, benimkiler kuru, anlamış işi. Perşembe akşamıydı. Anam dedi bir Yasin oku bakayım. Rahleyi açtı ağabeyimin önüne koydu. Mushaf’ı da açtı önüne baş aşağı koydu. Ağabeyim okumayı bilmiyor, yarım yamalak ezberlediği Yasin’i okumaya durdu. Ezbere bildiği yerlerde sesini yükseltiyor, bilmediklerini mır mır diyor, ama öyle heyecanlı ki sayfa bile çevirmiyor. Biraz sonra da hepten sustu. O zaman anam ağabeyime dedi ki:

“Bak evladum, ne edersan et da ha bu Yasin’i tersinden okuma”

EK :

T.C İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
Emniyet Genel Müdürlüğü
TBMM BAŞKANLIĞINA

İLGİ : TBMM Başkanlığının 08.01.2002 tarihli ve KAN.KAR.MD. A.01.GNS. 0.10.00.02. 12775-7/5446-12779 sayılı yazısı.
Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç tarafından T.B.M.M Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin (7/5446) cevabı aşağıya çıkartılmıştır.
1.2- Ülkemizde misyonerlik faaliyetleri kapsamında; 1998 yılında 104, 1999 yılında 137, 2000 yılında 47 ve 2001 yılında 5 olmak üzere 4 yılda 153’ü yabancı uyruklu, 140’ı Türk vatandaşı toplam 293 şahıs gözaltına alınarak adli makamlara sevk edilmiştir.
3- Doğu Karadeniz bölgesine gezi yapanlar arasında pontusçuluk faaliyetleri içerisinde olabilecek şahısların izlenmesi ve suç unsuru bulunması durumunda gerekli yasal işlemin yapılması hususunda Valiliklere gerekli talimat verilmiştir. Gerek İl Valiliklerince, gerekse güvenlik güçlerince konu, hassasiyetle takip edilmekte ve gerekli her türlü tedbir alınmaktadır.
Bölge insanımızın da bu nevi faaliyetlere fırsat vermediği ve kamuoyu gündemine bu tür iddialarla gelinmesinden dolayı üzüntü duydukları tespit edilmiştir.
4- Misyonerlik, dini temelde, pontusçuluk ise etnik temelde yürütülen faaliyetlerdir. Pontusçuluk faaliyeti içerisinde bulunanların misyonerlik eylemi içinde de bulundukları, ya da misyonerlik faaliyeti yürüten şahısların sözde pontus fikrini yayma gayesi ile çalışma yaptıklarına dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
5- 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi ile misyonerlik ya da pontusçuluk faaliyetleri arasında herhangi bir neden-sonuç ilişkisi bulunmamaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Rüştü Kazım YÜCELEN
İçişleri Bakanı
İMZA



MEHMET GÜMÜŞ

Vatanseverlikle izah edilemez

Fatsa'da doğan ve ilköğrenimini de orada bitiren Mehmet Gümüş, müziğine kattığı Karadeniz'in asi yanıyla söylüyor türkülerini. Umut ve barış ise, şarkılarının asıl teması...

Bu iş beni gerçekten çok üzdü. Şiddeti ve daha da ötesi ölümü kutsayan her anlayış toplumsal yaşama büyük zararlar vermiştir. İsmail Türüt'ün de, adı geçen şairin de yaptığı, ölümü kutsamanın ötesinde ırkçılığı, şovenizmi körükleyen ve siyasi karşılığı da bölücülükle tanımlanabilecek bir anlayıştır. Bu durumu herkes de bilir, böyle bir anlayış insanları savaşlara ve ölümlere götürür. İnsanlar bu anlayıştan dolayı çok büyük acılar çekmiştir.

Sanatın özünde hoşgörü vardır, kardeşlik vardır. Güzellik vardır. Dolayısıyla müzik bu amaçla kullanılır. Ama maalesef başka türlü kullanılıyor, bunu kınıyorum.

Irkçı ve şoven bir dalga üzerinden hem siyaset yapılıyor hem de ticaret. O kişinin albüm satışları artmış, düşünün. Çok yazık, oysa böyle bir durumda düşmesi gerekirdi. Burada bizim tek sarılmamız gereken şey barıştır. Bütün farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşamayı savunmaktır.

Bunlar yerel üzerinden politika yapmaktalar. Bu yapılanlar vatanseverlikle izah edilemez. Karadeniz'de çok da güzel insanlar var. Ve ben inanıyorum ki insanlığı kurtaracak olan sevgi ve barıştır.


ERDAL BAYRAKOĞLU

Karadeniz halkı, yanıtı yaşam tarzıyla verir

Laz müziğinin yeni temsilcisi, Ardeşenli Erdal Bayrakoğlu, Karadeniz müziğinin bir başka yüzüne değindi...

Bence bu şarkı bir arada yaşamaktan korkan, halkların ve kültürlerin varlıklarından bile rahatsızlık duyan bir anlayışın göstergesi. Halkların kardeşliği yerine şiddet ve linç kültürüne çağrıda bulunan, toplumsal barış ortamına ciddi zarar veren bir şarkı. Barış için mücadele edenlerin vatan haini olarak gösterilmesi ırkçı, söven bir anlayış. Bu anlayışa hizmet edenlere Karadeniz halkı en güzel cevabı birçok halkı tarihi boyunca bir arada barındırarak vermiştir.

Karadeniz halkı tarihi boyunca yaşadığı göçlerden farklı hassasiyetler oluşturmuş bir halktır. Ancak Karadeniz bir çok kültürü bir arada barındırmış ve ayrımcılığa hiç bir zaman prim vermemiştir. Bu şarkıyı Karadeniz halkına mal etmek doğru değil.



BİROL TOPALOĞLU

Bu zihniyeti lanetliyorum

Onu hep tulumuyla ve elinde kemençesiyle gördük. Karadeniz'in efsane ismi olmayı başarmış Birol Topaloğlu. Rize/Pazar doğumlu...

Son günlerde internet ortamında Ozan Arifin sözü ve Karadenizli Türkücü İsmail Türüt'ün seslendirmesi ile ortaya çıkan 'Plan Yapmayın Plan' adlı şarkıya fotoğraflarla yapılan küp bu ülkeyi seven herkesi derinden üzdü. Halkları birbirine düşüren ve dostça birlikte yaşamayı zedeleyen, farklılıklara tahammül edemeyen, kendinden başkasına yaşama şansı tanımayan zihniyeti lanetliyorum. İsmail Türüt sadece bugün değil geçmişte de buna benzer şoven, popülist ve ayırımcılığı körükleyen duygularla şarkılar söyledi. Ancak o şarkıların yapıldığı dönemde internet ortamı ve iletişim bugünkü kadar yaygın olmadığı için Karadeniz dışında pek yaygınlık kazanmadı. Bunun farkında olan kesimler ya görmezlikten geldiler ya da sessiz kaldılar. Yakın tarihte bile televizyonlarda 'Türkiye'de Laz yok gerçek Laz benim. Lazca diye de bir dil yoktur' diyerek Karadeniz şivesi ile sempatik olmaya çalışmış, bu şekilde davranarak Karadeniz'de yaşayan Lazları manipüle etmeye çalışmıştır.

Kendisi de zaman zaman Lazca şarkılar söylemesine rağmen Lazları inkar etti. Geçmişte söylenenler adeta bugünlerin habercisi idi. Bugün sitelerde dolaşan ve insanlıktan nasibini almamış sözler üzerine söylenen şarkıya yapılan klip de bu atılan tohumların bir sonucu. Tam da bu noktada aydınların 'biz nerede yanlış yapıyoruz' diye kendilerine soru sorması gerekiyor. Özellikle son yıllarda Karadeniz'de gerçek olmayan birtakım senaryolar ortaya konularak sanal bir gericilik ve etnik ayrımcılık ortamı yaratılmaya çalışıldığı biliniyor. Bu tür olumsuz gelişmelere bugüne kadar yöredeki aydınlar tarafından gerçek bir tepki konulamamış, aksine sessiz kalarak destek verilmiştir.

Bana göre gerçekte Karadeniz gerici bir yer değildir. Moda deyimlerle Karadeniz'de misyonerlik, Pontus’çuluk ya da Lazcılık gibi etnik ayrımcılığı bahane ederek oradaki kültürel değerlere ve bu değerleri yaşatmaya çalışan insanlar her defasında engellenmeye çalışılmaktadır. Yörede kendini aydın gören kesimler bile zaman zaman bu moda deyimlerden etkilenerek kültürel çalışmaların dolaylı ya da dolaysız olarak engellenmesinde rol oynamışlardır. Bugün gerçek anlamda halklar arasında dostluğu ve birlikte yaşamayı savunanlara daha çok iş düşüyor. Karadeniz sadece doğası ile zengin değil, kültürel olarak da çeşitliliği barındırır. Bu çeşitliliğin tehdit değil de zenginliğimiz olduğunun farkına varmamız lazım. Bizi birbirimize düşürecek, ayırımcılığı körükleyecek, kargaşa yaratacak her türden karanlık güçlere fırsat tanımamalıyız.



----------0----------

Planlı türkü



Cahil “sanatçı” hemen her gün aklımıza gelebilecek her iletişim aracından fırlayarak beynimizi iğdiş ediyor.

Ciddi olan hemen her şeye “O da nedir? Ben anlamam öyle şeylerden” demekten utanmıyor. Bilgisizliğini üstüne basa basa beyan etmeyi marifet sayıyor. Kakara kikiri yapıyor, adeta biri tarafından sürekli gıdıklanıyor. Yöresel ağzın, şivenin şiirini yok ediyor, sadece kaba konuşuyor. Bilgili olanla dalga geçiyor. Terimleri ısrarla yanlış telaffuz ediyor ve buna en çok kendisi gülüyor. Okumuyor, öğrenmiyor, sığ yaşıyor, sığ olana tutunuyor.

Bu tip meşhur insan olmak için et, but, müzik, yöresellik, vatanseverlik, din, sevgi, ölüm gibi en kolay dikkat çekecek fiziksel, kavramsal, duygusal öğeleri her koşul ve fırsatta kullanmaktan utanmıyor.

Cahil “sanatçı”nın yolu, sanatçı sıfatının hakkını teslim edenden yüzseksen derece farklı. Yaptığı işte ve duruşunda öğrenmeyi, kaliteyi, emeği, bilgiyle üretimi, bilerek konuşma kaygısını her zaman en son sıraya koyuyor ya da tamamen yok sayıyor. Günlük yaşıyor, tembelliği seviyor, evrensel olanı reddediyor, sorumluluk almaya üşeniyor.

Bu tipin parasızlıktan çıkardığı ders “paraya giden her yol mubahtır” oluyor, eğitimsizlikten çıkardığı ders ise bilgisizin bilgiliden çok daha kolay kabul göreceği!

Bir anda akıl kumkuması kesilebilme, kendini topluma mesaj verecek konumda hissetme, atıp tutmayı çok sevme, kendisini bir kitlenin, bir halkın temsilcisi olarak görebilme gibi çarpık ruh hali onu ummadığı yerlere taşıyabiliyor. Cahilleştirme konusunda uzman olan şu mevcut düzenin çarkını işletenler, parayı pek çok seven, derin düşünmeyi reddeden ve güne nasıl ucuz kahraman olurum cinliğiyle başlayan bu ne oldum şaşkını tiplere kolayca şekil verebileceklerini pek iyi biliyorlar. Sistem ve cahil “sanatçı” birbirlerini kullanıyor, şişiriyor ve birbirlerini üretiyor. Bu noktada çok iyi yürüyen bir işbirliği içindeler.

Karşımıza sadece “sanatçı” değil, Karadenizlilik dahil üstüne beş numara bol gelen her kılıkta çıkan bu modeller Karadeniz’in bünyesinde palazlandırılıyor şimdilerde.

Aklı başında Karadenizli dururken, o başı dik, gönlü güvercin, bilgi açı sanatçılarımız dururken, uydurma sorunların borazanlığını yapmak yerine yöresinin hakiki sorunlarıyla uğraşan insanlarımız dururken İsmail Türüt ve benzerleri Karadenizi temsile soyunabiliyor. Ve bizler dur demiyoruz. Bu cehaleti, bu çarpıklığı, bu yalanı ve dolanı suskun kalarak bir şekilde sahipleniyoruz.

Neden onlara hak ettikleri gibi seslenmiyoruz ve demiyoruz ki?

Size sanatçı denmez çünkü sanatçı sorumluluğunu taşımıyorsunuz.
Üretken denmez çünkü üretmiyorsunuz.
Sevilemeyeceksiniz, çünkü nefreti ve ırkçılığı besliyorsunuz.
Öldükten sonra saygıyla anılmayacaksınız, çünkü sanata ve insana saygısızsınız.
Çalışmalarınız dilden dile aktarılmayacak çünkü sadece yozlaştırıyorsunuz.
Hiç bir söyleminiz tarihe aydınlık bir not olarak düşülmeyecek çünkü karanlıkta yaşıyorsunuz.
Sorumsuz insanlar olarak kalacaksınız belleklerde çünkü ne yörenizin ne de dünyanın başını almış giden sorunlarıyla ilgilenmiyorsunuz.
Aç gözlü olacak adınız çünkü kardeşliği, barışı, parayı, vatanseverliği, ölümü, dirimi ve yöresel olanı hiç doymadan tüketiyor, miras yiyorsunuz.

Sizleri yöresel veya evrensel tarihin bir yerine yazılacaklarsa eğer, “sanatçı” olarak değil “lafını bilmez cahil bir adam” olarak yazacaklar

----------0----------

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa